4. Sanayi Devrimi (III)

Günümüzün bilimsel gelişmeleri ve bunların hayatımıza müdahale hızı geçmişle kıyaslanamayacak bir hızla sürüyor. Bilimsel gelişim üsseldir. Yani bilimsel birikim zamana bağlı olarak katlanarak artar. Bin yıllarda olan değişiklikler yüzyıllara, on yıllara, beş yıllara ya da yıllara sığmaya başlar. İnsanlık binlerce yıl karasabanı değişmeyen üretim aracı olarak kullandı. Çocukluğumda ucunda demir yerine çakmaktaşı bağlı karasaban kullanıldığını gördüm. Ama traktörün tarıma girişinin üzerinden yüz yıl geçmeden tarımsal üretimi insan müdahalesi olmadan gerçekleştiren akıllı makinalar hayatımızda yer aldı. RTE yerli ve milli otomobili üreteceğiz diye şişinirken, bilinen otomobil sanayii ömrünü doldurup yerini elektrikli otomobillere bırakmaya hazırlandığını sandığımız bir anda, sürücüsüz otomobiller caddelerde dolanmaya başladılar bile. Çok sürmez, kendi kendine uçan otomobiller de onları izler.

Bir yabancı dil öğrenmek için yıllarımızı vermeyi kabullenirken birden bütün bu çabaları anlamsız hale getiren “japon malı” tercüme aleti herkesin alabileceği fiyata satılmaya başlandı. Ona bile gerek yok: indireceğiniz bir Appe’le bu işi, geçmiş alışkanlıklarla hala “akıllı telefon” demeye devam ettiğimiz, çok özellikli mini bilgisayarlarımız aracılığıyla da halletmek de mümkün.

4.Sanayi Devrimi’nden söz ediyoruz ama bir başka açıdan da buna 2. Sanayi Devrimi diyebiliriz. İnsan alet yapmaya başladığından beri zihninin ve elinin uzantısı olan, onların üretkenliğini arttıran aletler yaptı. Bunların tümünde insan doğanın veri varlığı, aletler ise sürekli değişen, gelişendi. Bu açıdan bakınca önceki sanayi devrimlerini tek bir kategori içinde toplayabiliriz. Ancak elin ve zihnin bir uzantısı olmaktan çıkıp da kendi kendine karar veren ve insandan göreli olarak bağımsız olan aletlerin yapılması veri insana da müdahale edilerek hep birlikte değişikliğe uğranacak olan yeni bir evreye gelindi. Artık doğal seçilim nasıl belirlediyse o halde sabit olan insan olmayacak. Çoktandır olmuyor da. Birkaç yüzyıl öncesinin ortalama yaş süresiyle günümüz yaş süresi neredeyse ikiye katlanmış durumda. Ama bu bir mutasyon sonucu evrilme değil var olan potansiyelin geliştirilmesi. Ne var ki, gelişen teknoloji, artık genetik yapının da değiştirilebileceği bir noktaya geldi. İlk ve çarpıcı örneklerinden biri olarak HIV virüsünün etkin olmasına imkan veren bir genin insan DNA’sından kesilip çıkarılmasıyla AIDS hastası bir annenin sağlıklı bir çocuk doğurması mümkün oldu. Kuskusuz bu çok insani görünen müdahalenin arkasında sınıflı toplumda cereyan eden kötülükler kataloğuna muazzam sayfaların eklenmesi imkanı bu iyilikten çok çok daha yüksek görünmektedir.

Sadece genetik yapının değiştirilmesi değil, insan makine bağlantısı içerisinde bir ortak şekillenmenin de adımları atılıyor ve gelişmenin üssel karakteri (bir önceki duruma göre hızlanarak gelişme) sonucu yüzyılın sonuna varmadan insanın biyolojik yapısını ve zekasını muazzam ölçülerde aşacak, yapay zekanın gurularından Ray Kurzweil’ın tekillik/singularity diye nitelediği “İnsanlık 2.0” dönemine ilerliyoruz. Makineler ise gittikçe kendi kendine düşünebilir ve eylem yapabilir hale geliyorlar. Bu anlamda yeni bir insanlık şekillenmesi ve sanayi türü ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bir önceki dönemde insanın imtiyazlı alanı olan “akıl” artık fabrikalara, onların ürettiği mallara, şehirlere, evlere vs. vs. atfedilir hale geliyor. Eğer sınıflar çatışması, burjuvazinin kar hırsıyla geliştirdiği rekabet ve bunun sonucu tüm bu imkanları insanlığı köleleştirmek için kullanacağını aklımıza getirmesek insanlığın ebedi ütopyasının eşiğine gelmiş olduğumuzdan emin olarak kendimizi bilimin açtığı mutlu yollara teslim edebilirdik.

Nezarethane kurulmadan yıkılmalı; yoksa geriye dönüş yok!

Mevcut bilimsel faaliyet, teknoloji ve inovasyon bugün olduğu gibi burjuvazinin belirlediği ilişkiler çerçevesinde gelişmeye devam ederse:

1-Dünya çapındaki rekabetin yeni bir dünya savaşına yol açması olanaklıdır. Zira rekabetin dürtüsünün belirlemesi altında, gelişen imkanların günümüz koşullarındaki bir savaşın kazanılabileceği umutlarını beslemesi beklenmelidir. Savaşı kazanacağını uman, sıkıştığı yerde (bugün Trump’ın durumu gibi) o savaşı çıkarır. Uzayın silahlandırılması girişimleri ve Trump’un Salt 5 Sözleşmesi’ni iptal ettiğini duyurmasını bir alarm zili olarak kabul etmek gerekir.

2-Her ne kadar burjuva ideologları temel evrensel gelir gibi bir yolla nüfus fazlasının denetim altında ve hayatta tutulabileceğini savunsa da bunun geçmişte metropollerde yaşanan refah devleti ve çevrede yaşanan felaketlerden bir farkı olmayacaktır. Böyledir diye elbette ki buna karşı çıkmak söz konusu olamaz. Tam tersine bunun yarattığı atmosfer içerisinde bu gelirin insanca yaşama her yerde imkan verecek şekilde geliştirilmesini ve bunun için de karar mekanizmasının başından burjuvazinin uzaklaştırılması gerektiğini savunmamız gerekir.

3-Artık hiçbir şekilde çalışamayacak olan “nüfus fazlası”nın ihtilal yapmasına fırsat verilmeden denetlenmesi ve giderek tasfiye edilmesi günümüz devletinin temel karakteristiğini oluşturacaktır. Bu devlet yapay zekanın, büyük verinin, quantum bilgisayarların vd. sağladığı imkanlar sayesinde tüm dünyayı birebir gözetleme, denetleme ve yönlendirme gücüne kavuşacaktır. Devletler tam bir nezarethanedir artık. İnsanları ayrıca bir hapishaneye koymaya ihtiyaç yoktur. Denetimli serbestlik bütün insanlar için geçerlidir.  Matrix filminin bin bir versiyonu artık tasarlanabilir. Gerisi saçmalık ama kapitalizmin kendisi de öyle değil mi?

Bu, bugünkü dünyamızda var olan tüm etik değerlerin, duyarlılıkların, duyguların tümünün anlamını kaybetmesi, insanlığın bin yıllarda biriktirmiş olduğu temel hakların tümünün bir çırpıda ortadan kaldırılabilmesi koşullarının doğması demektir.

4- Böylesine mutlak bir güce ulaşan yönetici sınıfın dikkat etmesi gereken artık hiçbir mayınlı arazi, engelleyici direnç noktası yoktur. Kadınlar öncelikle işsiz kalacaklar: ne önemi var?  Nasıl olsa denetimli serbestlik altında olacaklar. Kârların büyütülmesi için ekolojik yıkım bugün bile Trump tarafından “uydurma” diye nitelenebilirken, o zaman belki bahsi bile geçmeyecektir. Hatta Trump bugünden buzları eriyen Grönland arazilerine bile gözünü dikmiş durumda. Bizim felaket dediğimizi onlar servet kaynağı olarak görmeye devam ediyorlar.

Realist ütopya: Komünizm

Böylesine korkunç bir geleceğin karşımızda dikildiği bir durumda ikinci yolun, Marks’ın sözünü ettiği herkesin ihtiyacına göre toplumdan alabilecek olduğu komünist toplum yolunun, geçiş evresi olarak sosyalizm yolunun seçilmesi için insanların bugünkü endişeli iyimserlikten alarm durumuna geçirilebilmesi gerekir;

1- Üretkenliğin böylesine muazzam artışı, var olan mesleklerin çoğunun ortadan kalkacak olması, insanların kalan meslekleri paylaşmaları ve bunun için gereken eğitimi görmelerinin önünde bir engel değildir. Geçen yüzyılın başında 6-7 yaşında çocuklar tuğla ocaklarında işçilik yapıyor, fabrika işçileri 16 saate varan işgününün sonunda felç olmuş vaziyette evlerine gidiyorlardı. Bu korkunç koşullarda kalan akıllarını başlarına devşirip, kendisi için sınıf haline gelip, burjuvaziye karşı dikildiler ve gelirler ile üretimin hiç azalmasına neden olmadan çalışma saatlerini yarıya indirdiler. Geçen yüzyılın başında işçi sınıfının en önemli taleplerinde biri 8 saatlik işgünü ve hafta sonu tatili idi ve işçi sınıfı ayağa kalktığında, iktidarı ele geçirdiğinde bu dünya çapında da gerçekleşti.

Makinalar işçilerin yerini almadığı gibi işçi sayısı dünyanın her yanında arttı. Bugün de aynı durumla yüz yüzeyiz. Bugün çalışma saatleri en az yarısına indirilebilir ve yaşa göre çalışma saatleri ayarlanabilir, muhtelif toplumsal olarak gerekli faaliyetler iş haline getirilebilir.  Dolayısıyla kimse izole olmaya mahkum olmazken ezici iş koşulları altında kendisine ayıracak vakit bulamayan insandan eğitimine daha fazla zaman ayırabilen insana, zevk aldığı işi yapan insana geçilir.

Dün hiç eğitim yoktu. Sonra ilk eğitim ve ardından orta eğitim zorunlu hale geldi. Bugün zihinsel işgücünün öne geçmesi dolaysıyla üniversite eğitiminin de zorunlu eğitime tabi olduğu ve insanın sürekli bir eğitim imkanı içinde bulunacağı durum neden düşünülmeyecek olsun. Madem kol gücüne dayalı işleri makineler daha verimli olarak gerçekleştirecekler o zaman da insanlar beyinlerini geliştirecek işleri daha rahatlıkla yapacaklar demektir. Ama bu egemen sınıf için ne kadar karlı? Değil ve onun için de “işe yaramaz bir fazla nüfus” ortaya çıkacak. Onlar insanları fazlalık haline getirmeden insanlar onları bundan mahrum etmek zorundalar. Tabi geç olmadan!

2-Komünist topluma geçişin imkanlarının bu kadar birikmiş olması onun kendiliğinden gerçekleşebileceği anlamına asla gelmez. Tam tersine egemen sınıfın artan denetim imkanları nedeniyle bu mücadele çok daha zorlaşmış ve buna uygun büyüklükte, çeviklikte, dirençlilikte, savaşçılıkta güçlerin yaratılmasını gerekli kılar. Dünyanın bu gelişen koşullarında geçmişte kimi ülkelerde olduğu gibi bir hareketin çıkıp diğer tüm hareketleri peşine takması demokrasi bilincinin gelişmesi sayesinde artık bir hayal olmuştur. Yıkılan sosyalizmin bıraktığı dersler, dün söylendiğinde en aşağılayıcı ifadelerle reddedilen demokrasinin, örgütlenme özgürlüğünün, çoğulculuğun ne kadar önemli olduğunu büyük bir çoğunluğa kavratmış ve kavratmaya devam etmektedir. Artık büyük yığınları belli bir hedefe mobilize etmek isteyenlerin bunu tek başlarına kararlaştırmaları değil, bulunduğu mekândan başlayarak tüm dünyaya yayılan büyük bir forumu örgütleme kabiliyetini, o forumdan alınan kararlarla yürüyüşe geçildiğinde ihtiyaç duyulacak malzemeyi temin etmeyi ve oluşturulacak olan ortak programın katkılı, uyumlu bir parçası olmayı becerecek bir yapılanmayı gerçekleştirmeleri gerekir. Böylesine bir görevin yığınlara güven verici bir biçimi kazanabilmesinin yolu da var olan sosyalist yapıların ve sınıf hareketinin yeniden ve geleceğin işaret ettiği ihtiyaçlara uygun olarak yapılanmasından geçer. Bu yapılamadığında şimdi bile örneklerini görüldüğümüz gibi (İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı seçiminde bağrımıza bastığımız taşın büyüklüğünü unutmadan) burjuvazinin imkânlarının yığınları bir düzen partisinden bir başka düzen partisine nasıl savurduğunu izlemek ve duruma uygun başka “bağrına taş basma” taktiklerine mahkum olmaktan kendimizi kurtaramayız.

Sayfalar:  –  23