Yoksulları açlıkla terbiye etmeyin

Ekonomik gidişat iyi değil. Hayat pahalılığı, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, rüşvet ve adaletsizlik aldı başını gidiyor. İçeride ve dışarıda savaşı tırmandıran hükümet Türkçü, İslamcı ve Mezhepçi politikaları ile halkın gözünü boyayarak bu sorunlardan uzak tutmaya çalışıyor. AKP, her Ramazan’da olduğu gibi bu kez de insanların dini duygularını ve manevi değerlerini istismar ederek siyaset sömürüsü yapıyor. AKP’li belediyelerin açık alanlarda kurduğu gösterişli iftar sofraları, İslami elitlerin lüks otellerde yaptığı iftar yemekleri ve Saray’daki protokol iftarları Tevfik Fikret’in “Han-ı Yağma” şiirini hatırlatıyor.

Seçim süreçlerinde dağıtılan kömür ve gıda paketleri ile Ramazan’da yoksullara yardım görüntüsüyle verilen iftar yemekleri, “hayırseverlik” adı altında Osmanlı tarzı siyaset anlayışıdır. Osmanlı döneminde Saray’ın ve zenginlerin cami avlularında fakir halka kurduğu yer sofralarını şimdi AKP, kendi yandaşları için kuruyor. Yoksulları sadece seçimler sırasında oy avcılığı için ve Ramazan aylarında hayırseverlik için hatırlamak, açlık sınırında yaşayan milyonlarca yoksul insanı açlıkla terbiye etmektir. Yoksulluğun ve açlığın istismarı, siyasal faaliyetin en acımasızı, en insanlık dışı olanıdır. Bir iktidarın insanların dini ve milli duygularını sömürerek bir tas çorbaya muhtaç hale getirmesi ve komşusu aç yatarken kendisinin rahat uyuması, dünyada hiçbir din ve vicdan anlayışında yoktur.

Yoksulluk, her şeyden önce devlet eliyle yaratılmakta ve kapitalist sistemin kendisinden kaynaklanmaktadır. Yoksulluğa, sömürü ve baskıya dayanan daha fazla kar için insanlık onurunu ayaklar altına alan kapitalist sistemin kendisi yaratıyor. Ulusal kaynakların paylaşımında adil davranmayan bir sistem ve iktidar, halkı değil bir avuç sömürücü azınlığı düşünüyor demektir. Devlet imkanlarını çarçur ederek, yandaşlarına imkanlar sunarak, Başbakan ve bakanların aile ve çevrelerini zengin ederek yoksullukla mücadele edilmez. Bu istismar yöntemine ister dini, ister milli ve isterse insanı görünümler verilsin, yoksullukla mücadele böyle olmaz.

Yoksulluk sınırı asgari ücretin de üstündeyken, milyonlarca işsiz varken, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan sömürü ve tahakküm devam ederken, eşitlikten, özgürlükten, adaletten söz edilemez. Bugün milyonlarca genç işsiz sokaklarda iş arıyor. Birçoğu artık iş bulma umudunu kesmiş durumda. Resmi işsizlik 4 milyona ulaştı. TÜİK verilerine göre 2017 yılı başında işsizlik oranının 13.2 oldu. Türkiye’de nüfusun %30’u yoksul sayılıyor. Bu oran 78 milyonluk nüfusun 26 milyonluk bölümüne karşılık geliyor. Yoksul nüfusun %1,4’ünün aylık ortalama geliri 100 TL ve altında. Bu kesim günde 333 kuruş ve daha azı ile yetinmek durumunda.

Türk-İş raporlarında, bir kişinin geçim maliyeti 1.191 TL, 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1.529 TL, yoksulluk sınırı ise, 4.979 TL olarak belirleniyor. Yoksulluk sınırı tanımı, dört kişilik bir aile için gıda, barınma, ulaşım, sağlık, eğitim gibi temel bazı ihtiyaçlar için yapılan harcamaları kapsıyor. Başbakan Yıldırım, Türkiye ekonomisinin dünyada 26. sıradan 17. sıraya yükselmiş olmasındaki paylarından gururla bahsediyor. Hükümetle birlikte patronlar da bu durumdan memnun görünüyor. Ekonomik büyüme ve sömürüden en fazla patronlar kazanıyor. Türkiye tarihinde şimdiye kadar AKP gibi patronların her dediğini yapan hiçbir iktidar olmadı.

Ekonomik büyüme, emekçiler için daha fazla sömürü ve düşük ücretle çalışma anlamına geliyor. Bu durum, işçi sınıfı ve emekçilerin yaşam koşullarının daha da ağırlaşması demektir. Üstelik ekonomi büyürken istihdam artmıyor ve işsizlik oranı artarak devam ediyor. Gelir dağılımındaki eşitsizlik ve adaletsizlik ise yoksulluğu körüklüyor. Bu gidişle açlıktan ölme özgürlüğünden başka özgürlük kalmayacak.

Sonuç olarak bu ülkede hayat pahalılığına, işsizliğe, yoksulluğa, yolsuzluğa, sömürüye ve tahakküme karşı çıkılmadan, insanca yaşamanın imkansız olduğunu vurgulamak istiyorum.

Şaban İBA
Latest posts by Şaban İBA (see all)