Yaman çelişki

40 yıldır şehir ulaşımında genellikle toplu taşıma araçlarını kullanırım. Troleybüslerle başladım, şimdi metro ve metrobüse “terfi ettim”. Ama inanın bunca yılda o kadar teknolojik gelişmeye rağmen pek fazla bir şeyin değişmediği hissine kapılmaktan kendimi alamıyorum. O zaman olduğu gibi bugün de araçlar tıka basa dolu, metroyu bir an için kenara koyarsak, trafik de çoğunlukla yoğun. Toplumsal faydayı önemsemeyen, özel sektörün kârını artırmayı hedefleyen şehircilik, ulaşım ve kentleşme politikaları değişmedikçe teknoloji gelişmiş ne yazar.

Geçenlerde yine oksijen almanın güçleştiği bir metrobüs yolculuğunda iki amcanın konuşmalarına kulak misafiri oldum. Günümüzdeki teknolojik gelişmelerden, cep telefonlarından vs. bahsediyorlardı ki, biri diğerine şöyle dedi: “teknoloji geldi, akıl gitti”. Bu bence günümüz insanının yaşadığı trajediyi çarpıcı şekilde ortaya koyan bir ifade. Nasıl olmasın ki. Kısa süre önce basında yer alan iki ilginç haber bu trajediyi gözler önüne sürüyor: “Uçan dolmuşlar geliyor” diye verilen ilkinde, elektrikli Tesla arabalarıyla otomotivde “devrim” yaratan ve Mars’ı fethetmek için bir uzay şirketi kuran Amerikalı milyarder yatırımcı Elon Musk’ın, şimdi de dünyada herhangi bir noktadan diğerine seyahati roketler yardımıyla 1 saatin altına indirmeye hazırlandığı belirtiliyor. Diğer haberde ise, BM tarafından kısa süre önce yayınlanan bir raporda 2016 yılında dünya genelinde yetersiz beslenme nedeniyle kronik açlık çeken insan sayısının 38 milyon artarak 815 milyona çıktığı, bir yıl içinde bu ölçüde bir artışın 100 yıldan beri ilk defa gerçekleştiği yazıyor.

Bu “yaman çelişki”yi, ilk cildi tam 150 yıl önce basılan Kapital’de Marx, kapitalizmin gelişme eğilimlerini ortaya koyarken açıklamıştı. Bizim bildiğimiz kadarıyla günümüze kadar başka hiçbir eser, tüm toplumun faydasına olabilecek teknolojik gelişme ve emek üretkenliği artışlarına rağmen neden toplumsal eşitsizliğin ve sefaletin artmaya devam ettiğini, bu denli bilimseltemellerde ortaya koyabilmiş değildir. Marx, üretimin artan toplumsallaşması ile yaratılan artı değere özel mülk sahibi tarafından el konulması arasındaki çelişkinin bir ürünü olan bu eğilimi “üretici güçlerin yıkıcı güçlere dönüşmesi” diye niteliyordu. Kapitalizmin sınırlarına işaret eden bu eğilimin anlamı, meselenin, yöneticilerin, politikacıların hatalarında, insanların sevgi yoksunu olmalarında, ahlaki çürümüşlük içinde olmalarında, vicdansız davranmalarında değil, onları öyle davranmaya zorlayan maddi koşullarda yatmaktadır. Bu koşulları değiştirmek isteyen işe önce sömürüye dayalı üretim ilişkisinden başlamalıdır.

Dünyada son yıllarda emeği ile geçinen geniş kitlelerin otoriter ve faşizan politik akımlara yüzlerini dönmelerinde, aklın ürünü zannettikleri bunca teknolojik gelişmeye rağmen kapitalizmin yol açtığı işsizlik, güvencesizlik, silahlanma gibi bir dizi “akıldışı” sonuçlara karşı duydukları öfke yatıyor. Elbette onları temsil ettiklerini iddia eden çeşitli sol akımların ne piyasaları ne kâr mantığına dayalı üretim ilişkilerini karşısına almadan yürüttükleri “demokratik haklar” sözde mücadelesinin sonuçsuz kalmış olmasından duyulan hayal kırıklığını da unutmamak gerekiyor. Neyse ki yakın dönemde işçi sınıfının bu öfke ve hayal kırıklığını hem “üretimden gelen gücüne” dayalı bir mücadeleye tahvil ettiği hem de yıllardır güvencesiz ve örgütsüz oldukları için mücadele etmelerine kuşku ile bakıldığı için umut verici olan iki gelişmeyi hatırlamakta fayda var: İngiltere’de McDonald’s’ın iki şubesinde, çalışanlar ücretlerinin artırılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebiyle 1974’ten beri ilk kez greve gidiyor. Benzer şekilde Türkiye’nin çeşitli kentlerinde de ayakkabı işçileri çalışma koşullarına isyan edip, işverene karşı greve çıkıyorlar; eylemlerinde daha önce “düşman” belledikleri Suriyeli ve Kürt işçilerle birlikte mücadeleyi yürütme kararı aldıklarını vurguluyorlar. Yukarda kapitalizmin sınırlarını gösteren yıkıcı eğilim günümüzde başat konuma gelmişse, bu eğilime son verecek koşulları yaratmanın, bu “yaman çelişki”yi aşmanın yegâne yolu, ahlâk, vicdan, onur yoksunu, iktidar düşkünü “kötüleri”, “iyi” birer insan yapmaktan değil, üretim alanında verilen bu mücadelelerin başarıya ulaşması için çabalamaktan geçiyor.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ekim 2017 tarihli 97. sayısında yayınlanmıştır.