Uzun Sürmüş Bir İktidar Hikâyesi

Muhafazakâr sağ, Menderes gibi, Demirel gibi, Turgut Özal gibi usta siyasetçiler yetiştirdi hep. Tayyip Erdoğan da o gelenekten geliyor. “Milli Görüş gömleğini” çıkararak başladığı iktidar yolculuğunda, ilk koalisyon ortağı Cemaat’e “istediklerini verdi”. Barış sürecinde, “milliyetçiliği ayakları altına” aldı. Sonra milliyetçi parti ile koalisyona girdi: Sloganı “Tek devlet, tek millet, tek bayrak”tı. Ulusalcılar da bu koalisyonda yerini aldı (bayrak tekti ama iki cephe vardı, aynı bayrağı birbirlerinin üzerine sallayıp durdular; o da ayrı bir garabet).

Tayyip Erdoğan, böyle böyle iktidardaki on beş yılını doldurdu. Dile kolay, Cumhuriyet döneminin seçimli seçimsiz en uzun iktidarı. Dünyada da listeye girer sanırım. Japonların bir elli beş yıllık iktidarları var, İsveçlilerin de uzun sosyal demokrat iktidarları.

Başarı mı, başarı elbet; kolay değil. Ama bir de işin muhalefet kısmı var, onun da hakkını vermek gerekiyor: Kafasını tarihe gömmüş, kıçı açıkta. Geleceğe dair üç cümle kurup toplumda dile getiremiyor. Tarih sayfalarında kayboluyor habire.

Reisicumhur hazretleri ziyadesiyle memnun bu muhalefetten. Hatta bakıyor duruma, ses çıkmıyor, kendisi geçiyor muhalefete, muhalefet lideri gibi konuşuyor. Kendi icraatlarını yerden yere vuruyor: Kentler beton yığınına mı döndü; veryansın ediyor hemen: “Şehirlerimizin çirkin binalarla kirletilmesine daha fazla tahammül edemeyiz.” Biliyor, muhalefetin bu konuda söyleyecek pek sözü yok; bakın işte muhalefetin elindeki belediyelere ve betonlaşmaya.

Belediye başkanlarından memnuniyetsizlik mi belirdi; hemen gereğini yapıyor; muhalefet usul tartışırken. Ankaralılar memnun en azından, yoksa Gökçek yüz yıl sürdürürdü belediye başkanlığını!

Şimdi de “Atatürk’ü onlara bırakacak değiliz,” deyip topu yuvarladı yine. Böyle de bir süre oyalanır muhalefet. “Vay efendim zorda kaldı, Atatürk’e sarıldı”, “ortak paydamız”…

Bu zorda kalma hayali de bitmiyor. Güya hep “yokuş aşağı gidiyor” iktidar, “son günlerini yaşıyor”, on beş yıldır aynı terane. Hep bir beklentiler. Abdüllatif Şener vardı galiba ilk. Medya onu anketlerle iktidara getirmişti (hatırlayan var mı, ne yapıyor bilmiyoruz; lokalde bezik oynayıp anlatıyordur anılarını belki), sonra arkası kesilmedi, Gül’e parti kurdurma heyecanı epey uzun sürdü ama bitti galiba. Darbe beklentileri, kepçeyle iktidar devirme hayalleri. Şimdilerde Akşener heyecanı yaşanıyor. Ha gayret iktidara bir adım kaldı. Önceleri iktidarı destekleyip de sonra muhalefete geçen her fani, “Tayyip Erdoğan böyle değildi, değişti” diye söze başlıyor. Oysa belki de en az değişen reisicumhur.

Siyaset, sosyoloji ve benzerleri hak getire, hep “görünmez âlem”den müjdeli haber bekleniyor. Kriz gelecek, BM iktidara el koyacak, Lahey’de yargılanacak vb. Bir vakitler “altı ay ömrü kalmış” geyiği bile vardı.

Tabii bir de terminoloji sorunu var: Yıllardır bir türlü son tahlile gelinemedi. “Yükselen faşizm”, “tırmanan faşizm”, “İslâmofaşizm”, atlayan, zıplayan faşizm… Bir de Bonapartizm var; Sezarizm olmasın, Peronculuğa da benziyor.

Pragmatizm pragmatizm. Bu ülkenin kültürüne de en uygun şey. Gömlek bu, birini çıkarırsın diğerini giyersin. “Milletin Adamı” diye yola çıkar, “Devletin Adamı” olursun.[1]

Dikkat ederseniz, iktidarın “normali”ne, yani programı, icraatlarına muhalefet ederek bir değişim olacağına kimse inanmıyor. Belki de o “normal”, çoğunluğun normali. Bu yüzden iktidara hep suçüstü yapmak, “samanlıkta basmak” muhalefetin ana stratejisi. Oysa tüm bu girişimler bugüne kadar “iktidar”ı güçlendirmekten, otoritesini arttırmaktan öteye gidemedi.

Kadrolar yoruluyor ama o yorulmuyor; kimbilir belki bir restorasyon süreci var kafasında, onun da başında olmak gerekiyor. Tek Adam’lıktan geldik, Tek Adam’lıkla gideceğiz.

Tüm bunlar olurken, arka planda dünya sistemine, kapitalizme entegrasyon tam gaz gidiyor, altyapı tamamlanıyor. Sermaye sınıfı kârlarını katlamış, halinden memnun (dolayısıyla Ali Koç da parti kurmayıp kulüp başkanı olacak). Paranın mutlak egemenliği sağlanmış. Fırsatlar ülkesi, “win-win”. Nüfus şişiyor, vasıfsız işçi kitlesi büyüyor, ucuz emek için Çin’le yarış var. İş kazalarında ölüm oranlarında zirvedeyiz. Kentler şişmiş, ha patladı ha patlayacak. Denizler, ormanlar yok ediliyor… Bunlar muhalefetin alanına girmiyor. Elhamdülillah hepimiz Ekonomi dininin mensuplarıyız; ortak paydamız neticede. Ucuz et de başladı mı, değmeyin keyiflere… Reisicumhur iktidara geldiğinde yeni doğanlar 15 yaşında; bu gidişle evlenir, çoluk çocuğa karışırlar…

Neyse bırakalım şimdi bu mevzuları; şeriat gelip içki yasaklanmadan haydi sağlığınıza!


[1] Hatırlayalım, Süleyman Demirel de “Çoban Sülü” olarak girdiği siyaset sahnesindeki kapanışı elinde bageti ile bir Senfoni Orkestrasını yöneterek, darbeye şeflik yapmıştı.

Kaynak: Birikim