Ulusalcılıkta her zaman ekmek var, işini bilene, ballı börek…

Sık yinelemenin zararı yok; bu ülkede başta Kürt sorunu olmak üzere kökleri tarihte olan bazı açmazların çözümünde biraz yol alınabildiğinde, hâlihazırda siyaset yapan ve yazıp çizenlerin bir kısmı ne yapacağını bilemez hale gelecek. Kimi ‘çok satar’ yazarlar, tarihçiler, kerameti kendinden menkul araştırmacılar, o kadar çok satmayacak. Kariyerini zırva komplo teorileri ve korku/endişe kışkırtıcılığına borçlu olan vasat kibirli tipler, o kariyeri sonlandırmak zorunda kalacak. İnsan hakları ve demokrasinin itibar kaybettiği, hatta ağır saldırı altında olduğu bu devirde, sabah akşam bir avuç ‘savunucuyu’ hedef haline getiren, önüne gelene foncu vs. diyerek değersizleştirmeye çalışan ve her ne hikmetse kendi ‘kaynaklarını’ kimselerin bilemediği yayın organlarını, pek ciddiye alan kalmayacak.

Dolayısıyla söz konusu sorunların çözülme ihtimali, bazı kesimler için varlık-yokluk meselesi. Geçmişteki muadilleri gibi, onların derdi, ülke, toprak, insanın mutluluğuyla refahı değil ve demokrasinin cılızlığından en büyük yararı sağlayan kesimlerden biri, ulusalcı dünya görüşünün namlı figürleri. Ortalama ulusalcı yurttaş değil, onların değer verdiği, kanaat önderi bellediği ‘profesyoneller.’

Ulusalcılar, birörnek olmayan, gayet konuşulabilir olanları ve hiçbir biçimde iletişim kurulamazlarıyla kalabalık bir yurttaş topluluğu. Ulusalcılık, yalnızca bu yurttaş grubuna özgü olmayıp farklı ideolojilere, parti ve örgütlenmelere az ya da çok sirayet edebilmiş bir dünya görüşü. Sanki biraz, beyaz yakalı-şehirli ülkücülüğü gibi. Şu sıralar, zamanında umut besleyip sembolleştirdikleri bazı isimlerin iktidara yanaşmış olmasından mustaripler ve hayal kırıklığı yaşıyorlar.

Hayal kırıklıklarının bir nedeni kimi kanaat önderlerinin ve ideologlarının niteliğiyse, diğeri, inanmak istediklerinin içeriği olmalı. Yurttaşın anlamlı ya da anlamsız endişelerini kendileri için bir kariyere dönüştüren ulusalcı siyasetçi ve bir kısım ideoloğun, hiçbir düşüncesi öngörülemez değil; azami 70-80 başat sözcük-kavram tercih ediyor, sözlerini büyük ölçüde karşıtlıklar üzerine kuruyor, kendilerinin ne düşündüğünden çok muhatabın ne denli hatalı ve ihanet içinde olduğunu anlatıyor, ulusal ve uluslararası ilişkilerde kesinlikle dış bağlantı, tuzak, plan arayıp buluyor, buldukları her neyse ona ikna oluyorlar. Ayrıca hatırlatmaya gerek var mı bilemiyorum, elbette hiçbir zaman yanılmıyorlar. Gerçi bu niteliği ulusalcılığa özgülemek haksızlık olur. Buralarda, yaşamının herhangi bir anında yanılmış, bir kez olsun yanlış bir şey düşünmüş, hata etmiş birini bulmak neredeyse imkânsız. Murathan Mungan’ın söylediği gibi, ‘haklı olmaya değil, haklı çıkmaya çalışanların’ toprağı.

Yıllar önce yine Diken’de yazmıştım, AKP iktidarının yıllardır en tutarlı müttefikinden birinin ulusalcılar olduğu kanısındayım. Karşı çıktıklarıyla ve destek olduklarıyla. Yıllar öncesinin diğer müttefiklerden (örneğin liberallerden) farklı olarak, hemen her zaman şiddetli AKP karşıtı görünerek sürdürülen bir ittifak bu. Bir parti ya da rejime destek olmak için, o rejime açıktan omuz vermek şart değil. Rejimi ayakta tutmanın bir yolu da, onun nefes almasını sağlayacak kritik anlardaki siyaset tercihlerini zımnen ya da üstü kapalı onaylamak.

Parti-devletle ulusalcıları aynı amaç doğrultusunda bir araya getiren, çoğu zaman, milliyetçilik. AKP yıllardır, İslamcılığın tıknefes kaldığı anlarda milliyetçiliği yardıma çağırdı ve sonuç aldı. Bu davete icabet edenler, yalnızca milliyetçilik yarışındaki muhalefet partileri değil, aynı zamanda ulusalcı kesimin saygı duyduğu bazı isimler oldu. Eh, ihtiyaç anında milliyetçiliği yardıma çağırmanın en kestirme yolu belli: Kürtler, HDP karşıtlığı. AKP’liler “Allah bir” dese kuşku duyacak, buna mukabil Kürtler konusunda iktidarın ‘doğru yolda’ olduğunu düşünen az insan yok. Tabii bu, ‘çözüm sürecini’ sona erdiren AKP, öncekinden ürküyor, ülkeyi böleceğini düşünüyorlardı. Ne zamanki iktidar MHP’nin elini sıkıca tuttu, AKP, ulusalcılar için “Canım her yaptıklarına da yanlış mı diyeceğiz” mertebesine yükseldi. Öyle ya, aslolan ulusal çıkarlar; peki kim tanımlıyor neyin ulusal çıkar olduğunu… Suya düştü, su nerede, inek içti, inek nerede… Üstelik, ulusalcı akıl danelerinin elinde bir de müthiş maymuncuk var, her kapıyı açmakta mahir: Biri “Devlet başka hükümet başka” dediğinde akan sular duruyor. Büyük laf, müthiş tespit, kapısına kilit vurulmalı tüm siyaset bilimi ve tarih öğretiminin! Dedim ya, 70-80 civarında temel sözcük-kavram yeterli olup biteni anlamlandırmak için.

Şimdi, bir-iki kişinin AKP’ye yanaşmasının hayal kırıklığı yaşanıyor ulusalcı camiada. İçlerinden kimileri yandaş TV kanallarına ‘gedikli’ atandığında da benzer düş kırıklıkları oldu. Solcular, nasıl olur da… Solcu? Sorun burada, inanmak istedikleri her neyse ona inanmalarında, solculuk tanımı da bunlardan biri. Kapitalizmle, sermayeyle, emek sömürüsüyle derdi olmayan, milliyetçi solcu olur mu? Peki, tuzlu yaş pasta olur mu? Yaparsanız ve lezzetli olduğunu düşünürseniz, müşteri de çıkarsa, neden olmasın!

İktidara yanaşanlar için “Eskiden böyle değillerdi, çok değiştiler” diyorlar. Bu tespitlerine yürekten inanmak zorundalar, aksi halde düşüncelerini ve bağlılıklarını sorgulamak zorunda kalacaklar. Oysa hiç kimsenin değiştiği yok. Örneğin ulusalcı eski baro başkanı, ceza avukatı, hep aynıydı. Mesele şu ki, barış metni imzacısı meslektaşlarına yüzü kızarmadan ‘müstemleke aydını’ dediği ve dolu dizgin AKP karşıtlığı yaptığı günlerde, ulusalcıların gözdesiydi. Onu seviyor, CHP’nin genel başkanlığına layık görüyorlardı, hani şu, ‘Dersimli Kemal’in oturduğu koltuğa. Baykal CHP’sini özleyenler. Ne zamanki ‘süreç’ sona erdi, 2015 seçimi ardından Kürtler, resmi söylemde bir kez daha ‘sürekli çoğalan’ bir ‘odağa’ dönüştü, HDP tepelenmeye başlandı, ‘kamilen itlaf’ yanlısı partiyle ittifak yapıldı… Eski baro başkanıyla rejim arasında da sulh sağlandı.

Diğeri, eski asker, söylediklerinin bir derinliği var mı, daha önce var mıydı? Ulusalcı söylemin sığlığı, herhangi bir düşünsel derinliğe sahip olmayışı, mensupları bakımından vahim, iktidar içinse kullanışlı bir durum.

Bu insanların nereye geçtiklerinin, ne söylediklerinin bir önemi yok, bir süre sonra hatırlayan da kalmaz. AKP’nin Kürt ve Ermeni konularında başka bir siyaset-söylem benimsediği, demokrasicilik oynadığı yıllarda araları bozuktu, şimdi devşiriliyorlar ve kabul etmek gerek, çok yakışıyorlar.

Ezcümle, kimsenin değiştiği yok, bir dönem iktidarın canını sıkan ulusalcı sığlık, şimdi ittifak kurmalarını sağlıyor. KKTC’ye büyükelçi atanan kişinin Kıbrıs hakkındaki tahmin edilebilir görüşlerinin, Kıbrıs’a ilişkin herhangi bir şey bilmeyen ve bilmediği konularda fikir beyan etmekten rahatsızlık duymayan memleket ortalamasına ve milliyetçilere-ulusalcılara fazlasıyla hitap edeceği açık değil mi? Sorun ne o halde? Ya da o eski asker, beka diyor, devlet diyor, vatan-millet diyor, fena mı? Muhalefet, diyelim Kürt sorununda makul bir şey söyleyecek olsa, eski asker çıkıp da “Bakın, gördünüz mü işte, bu nedenle AKP’yi tercih ettim” demez mi? Diyecek elbette. Her gün TV ekranlarında, yandaş ve ulusalcı yayın organlarında, fantezilerini dış politika diye anlatan emekli askerler kimin çıkarına hizmet ediyor?

Milliyetçilik-ulusalcılık, en uzlaşmaz görünenleri bir araya getirebilen, aynı dilden konuşmalarını sağlayan bir tutkal. Eski askerin AKP’ye katılma töreninde, o salonda ‘parti genel başkanı’ olarak bulunan Erdoğan’ın, vekilin eşine birden çok çocuk yapmayı salık verirken, “PKK’nın on-on beş çocuk yaptığını” söyleyivermesi, dil sürçmesi mi? Yoksa, kurulan ittifakın dili, üslubu mu?

Bir kez daha hayal kırıklığı yaşayan ulusalcıların büyük bir avantajı var neyse ki. Ömürlerinin sonuna dek, “Acaba bizim düşüncemizde, değerlerimizde, savunduklarımız ve güvendiklerimizde bir sorun olabilir mi” sorusunu yöneltmeyecekler kendilerine. Az buz ferahlık değil bu…

Kaynak: Diken