‘Türklük Sözleşmesi’ni okurken…

Barış Ünlü’nün Türklük Sözleşmesi ABD kaynaklı Beyazlık Çalışmaları’ndan esinlenmiş ama özgün bir çalışma. Özgünlüğünün yanısıra, çalışmanın üç önemli özelliği daha var. Birincisi, genel okuru boğmayan ama güçlü teorik temeli olan bir anlatıya sahip olması. İkincisi, özel olarak Türkiyeli okur için bir tefekkür daveti sunması. Kendi açımdan Türklük Sözleşmesi’ni değerli kılan diğer bir özellik, Ermeni Soykırımı ve Kürtlere yönelik saldırılar konusunda sorunlu gördüğüm bir tarih okumasını sorgulamayı olanaklı kılması.

Ünlü, Türklük Sözleşmesi’ni ‘devlet ile toplum arasındaki ve toplumun kendi içindeki’ ilişkileri düzenleyen, yazılı belge içermekle birlikte çoğunluğu örtük olan temel kurallar silsilesi olarak tanımlıyor. Sözleşmede üç temel kural ön plana çıkmaktadır:

  1.  Türkiye’de imtiyazlı ve güvenli yaşayabilmek için Müslüman ve Türk olmak gerekir.
  2. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde gayrimüslimlere yönelik soykırım, katliam, gasp, ırkçılık, ayırımcılık gibi uygulamalar hakkında doğruyu söylemek ve mağdurlarla duygudaşlık kurmak yasaktır.
  3. Yukarıdaki 2’nci madde Türkleşmeye direnen Müslümanlara, ozellikle Kürtler’e, yapılanlar için de geçerlidir.

Türklük sözleşmesi ödüllendirme ve cezalandırma mekanizmalarıyla uygulanır. Sözleşmeye uyanlar (ki bunların illa Türk olmaları gerekmiyor), reel ve potansiyel maddi imtiyazlardan yaralanır – yani toplumsal mobilite mekanizmalarını kullanıp statülerini yükseltebilirler. Ayrıca, Türklükle gelen üstünlük, haklılık, normallik gibi psikolojik imtiyazlardan da yaralanırlar. Sözleşmeye uymayanlar ise, bu imtiyazlarda mahrum bırakılır ve kıyım dahil her türlü cezaya çarptırılabilir.

Bu kavramsal çerçeveyi tarihsel verilere götürdüğünde Ünlü, Türklük Sözleşmesi’nin öncülü olan Müslümanlık Sözleşmesini (Bölüm II), bu sözleşmeden Türklük Sözleşmesi’ne geçiş sürecini (Bölüm III) ve Müslümanlık kriterinin Türklük Sözleşmesinin bütüncül bir parçası olarak devam ettiğini (Bölüm IV) ortaya koyar. Bu bölümlerdeki anlatıdan ortaya çıkan temel sonuçlardan birisi, Müslümanlık ve Türklük sözleşmelerinin uygulanması sırasında Müslüman ve Türk olmayanlara yönelik cezalandırma edimlerinin yalnızca bir siyasi elit / devlet tasarrufu olmadığı, sivil aktörlerin ortaklığıyla gerçekleştiğidir.

TELAFUZ EDİLMEKTEN KORKULAN GERÇEKLER…

Bu bulgu iki nedenle çok önemlidir. Birincisi, Müslümanlık/Türklük sözleşmelerine dahil olanların bilmek istemediği veya telaffuz etmekten kaçındığı bir gerçekliği ortaya koyduğu için. Bu gerçeklik, 1895-96, 1909 ve 1915 Ermeni katliamlarında veya Kürt isyanlarının bastırılmasında ataları rol almış ve bu geçmişiyle yüzleşmemiş Müslüman/Türk bireylerin trajedisini ortaya koyar. Onlar Müslüman/Türk olmanın imtiyazlarından yararlanıp bugün maddi ve psikolojik olarak üstün bir yaşam sürüyor olabilirler. Ancak bu yaşam gecmişte ve bugünde suça ortak olmanın beraberinde getirdigi bir güvensizlik şizofrenisiyle lekelidir aynı zamanda.

Sivil aktörlerin ortaklığının önemli olmasının diğer nedeni Türkiye’deki tarih yazımıyla ilgili. Tarih yazımında tarihçinin ideolojik/politik bagajı ile tarihsel verilerin sunumu ve yorumlanması arasındaki ilişki çetrefilli bir ilişkidir ve Türkiye’ye özgü değildir. Ancak, Türklük Sözleşmesi’nin ortaya koyduğu bulgular Türkiye özelinde gözlenen özgül bir anomalinin mercek altına konulmasına olanak veriyor. Bu anomalinin detaylı analizini gelecek kuşak araştırmacılara bırakarak, şunun altını çizebiliriz: Türklük Sözleşmesi, 1915 Ermeni Soykırımı, ondan önceki 1895-96 ve 1909 Ermeni katliamları, tedip ve asimilasyon politikalarına karşı gelişen Kürt isyanlarının bastırılması yalnızca dönemin siyasi erk sahiplerinin (örneğin İttihatçıların veya Kemalist elitin) edimi değildir. Taşradaki ve iktidar merkezlerindeki Müslüman ve Türk cemaat aktörleri de Müslümanlık/Türklük sözleşmesinin imtiyaz sahipleri olarak bu trajedide rol oynamıştır.

Türkiye’deki tarih yazımı açısından bu bulgunun önemi şudur: inkarcı/reddiyeci tarihçiler ve seçmeci tarihciler (yani Müslüman/Osmanlıcı ve İttihatçı/Kemalist elit kümelerinden yalnızca birine sorumluluk yükleyenler) politik iktidarlar tarafından yedeğe alınma akıbetinden kurtulamaz. İnkarcı tarihçilerle ilgili olarak aşikar olan bu sonuç, Ermeni/Kürt katliamlarını İttihatçı/Kemalist milliyetçilerle sınırlayan tarihçiler hala moral üstünlük taslayabilmektedir. Türklük Sözleşmesi bana bu moral üstünlüğü hakketmediklerini, siyasi İslam ajandasına sahip elitlerce yedeğe alındıklarını düşündürdü.

TÜRKLÜK SÖZLEŞMESİ ELEŞTİRİLERİN FARKINDADIR

Barış Ünlü, Türklük Sözleşmesi: Oluşumu, İşleyişi ve Krizi, Dipnot Yayınları, 2018

.

Türklük Sözleşmesi hem Beyazlık Sözleşmesi kavramına hem de genel olarak toplumsal sözleşme literatürüne yönelik eleştirilerin farkındadır. Bir sözleşme tasavvur eden bu literatürün temel sorunlarından birisi kimlik veya aidiyet kategorilerin homojen olarak ele alınması, yani sözleşmeye dahil kesimin sınıf, statü, cinsiyet, politik görüş vb. temelinde farklılık içerdiğinin gözardı edilmesi tehlikesi.

Yazar da bu tehlikenin farkında ve bu tür farklılıklara da dikkat eden bir sözleşme literatürünün varolduğunu belirtiyor. Ancak kitapta bu tür farklılıkların Türklük Sözleşmesinin imtiyazlarını veya sözleşmenin ihlali halinde uygulanan yaptırımları nasıl etkilediği açık değil. Ama bir çalışmadan her şeyi bekleme yanlışına da düşmemek gerekiyor: Türklük Sözleşmesi bu tür farklılıkları içeren çalışmalarının önünü açarak önemli bir görevi zaten yerine getirmiş olmaktadır.

Bununla birlikte,Bununla birlikte, kullanılan kuramsal biçimin sınıf/kudret/statü/cinsiyet/politik görüş gibi farklılıklara yeteri kadar dikkat edememesinin bazı yerlerde yazarın argümanlarını zayıflattığını da belirtmem gerekiyor. Kendi geçmişim nedeniyle dikkatimi çeken bir örnek, Türk/Türkiye solunun Türklük Sözlesmesi içindeki konumuyla ilgili.

Öncelikle sözü edilen ‘sol’un ne olduğu yeterince açık değil. Sol eleştirisi yapılırken, kimi zaman Kemalistlere, kimi zaman sosyalistlere, kimi zaman da bu kategorilerden hiç birine konamayacak kişilere atıf yapılmakta. Bu yaklaşım yazarın liberallerden gelen ‘sol’ eleştirisiyle arasındaki ayırımı ortaya koymasını zorlaştırmakta.

İkincisi, Marksist solun etnisite/cinsiyet/din/kültür kategorilerini sınıf tahlilinin içinde alt sıralara koyması Türklük Sözleşmesi’nden çok Marksizmin ekonomist yorumlarıyla ilgili olabilir. Yazarın bu yorumları eleştiren ve daha renkli/kapsayıcı önermeleri olan sol bir literatürün hem Türkiye hem de Türkiye dışındaki varlığını dikkate alması beklenirdi.

Üçüncüsü, sınıf eksenli Marksist sol söylem Türkiye’de Ermeni ve Kürt halklarına uygulanan Türklük Sözleşmesi yaptırımlarının özgüllüğünü yeteri kadar kavramamış olabilir. Ama bu eksiklik Marksist solun da hem Türklük Sözleşmesi kapsamında cezalandırıldığı, hem de Türklük Sözleşmesinin ana mağdurlarıyla her zaman dayanışma içinde olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamalı. Hatta yazarın kendi verilerinde bile Türklük Sözleşmesinin meşruiyetini sorgulayan ve ciddi risk almayı gerektiren ilk çıkışların Marksizm ilhamlı sol tarafından yapıldığı gözlemlenebilir.

Bu tür eksikliklere rağmen, Türklük Sözleşmesi Türkiye’nin dünü ve bugününü daha iyi anlamamıza ve daha sorgulayıcı olmamıza katkı yapan bir çalışma olmuş. Ayrıca çalışmanın Barış için Akademisyenler eylemine ait kısmı da gelecek konusunda iyimserliği korumanın mümkün olduğunu göstermekte: Türklük Sözleşmesinin suçlarına ortak olmayı reddedenler vardır ve varolmaya da devam edecektir. Barış Ünlü, Türkiye’deki teorik tıkanmışlığı aşmada önemli bir eser ortaya koymuştur.

*Ekonomi ve Kurumlar Profesörü, Greenwich Üniversitesi Siyasal İktisat Araştırmaları Merkezi

Kaynak: Duvar