Türkiye’nin bugüne dair çok eski bir tartışması

1980 Darbesi ile tanıştığımız ve 1987’nin son aylarına kadar devam edecek olan Üçüncü Askeri İdare Dönemi,  iki evrede Türkiye siyasetinden çıkmıştı. Darbenin ertesi gününden, 6 Kasım 1983’e kadar olan ilk evre, Üçüncü Askeri İdare Dönemi’nin ilk evresini teşkil ediyordu. 6 Kasım’daki Vetolu Seçimler’den sonra başlayan ANAP iktidarından sonra, darbenin somut etkisi bir derece azalsa da tam olarak ortadan kalkmadı.  Üçüncü Askeri İdare Dönemi’nin ikinci evresi, 29 Kasım 1987’deki seçimlerle sona erdi. Bu tarihlerden sonra 12 Eylül Askeri Dönemi sona ermiş olsa da, Darbenin yol açtığı Askeri Düzengünümüze kadar etkisini hissettirmeye devam etti.

12 Eylül Askeri Düzen’i değilse de Askeri (İdare) Dönemi’nin iki evrede sona erişi, yavaş yavaş, mevcut toplumsal sorunların tartışılabileceği bir siyaset ikliminin de ortaya çıkmasına vesile oluyordu. Ama artık tartışılan konular da, konuların tartışılma usulleri de, toplumsal sorunları tartışan siyasal aktörler de Darbe ile şekillenen yeni Askeri Düzen’den bağımsız değillerdi.

1980’leri ortalarından itibaren Türkiye, Kürt Sorunu, Doğu Sorunu, Terör Sorunu, Etnik Sorun… adı ne konursa konsun –ki, bu ad koymanın, sorunun kendisi kadar önemli olduğunu da belirtmek gerekiyor- “…Sorunu’nu’” yeniden tartışmaya başladı; bugün, tam da bugün, yine aynı sorunu bir savaş vesilesiyle yeniden yaşıyor; tartışıyoruz.

Türkiye insanı 1984 yılında Abdullah Öcalan isimli siyasi aktörle tanışmaya, onu tartışmaya başladı.  Elbette, Öcalan ve örgütünün faaliyetleri Darbe öncesi dönemde şekillenmeye başlamıştı. Ancak 1984’te Eruh’ta yaşananlar, bir hain/kahraman olarak Öcalan’ın ve yine bir terör/direniş örgütü olarak PKK’nın çok daha yaygın bir kitle tarafından tanınması, tartışılmasına yol açmıştı.

1984 yılında Mehmet Ali Birand’ın Abdullah Öcalan’la, dönemin Başbakan’ı Turgut Özal’ın izni dahilinde gerçekleştirdiği söylenen röportaj, bu açıdan bir ilkti. Bunu 1988 Haziran’ın da Milliyet gazetesinde bir yayınlanan ve daha sonra gazetenin toplatılmasına da neden olan yazı dizisi izledi.  Birand, Öcalan’la Lübnan’da görüşmüştü. 3 gün süren röportajları Coşkun Aral fotoğraflamıştı.

Bu görüşmenin gerçekleştirildiği ve Haziran ayında gazetede yayınlanmaya başladığı tarihlerden aylar öncesinde, aynı konu TBMM çatısı altında da tartışılmıştı. Bu konuşma, Üçüncü Askeri Dönemisona ermiş olsa  da, Darbenin neden olduğu Askeri Düzen tüm gücüyle devam ederken, TBMM çatısı altında, resmi ideolojinin sınırlarını zorlayan ilk tartışmalardan biri olması nedeniyle önem taşımaktadır.

TBMM’nin 19 Ocak 1988 Salı günü toplanan 10. Birleşim’inde söz alan SHP İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Eren “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da meydana gelen olaylar ile bunların nedenlerinin Parlamento tarafından bütün yönleriyle ele alınarak tartışılması ve gerçekçi çözüm yolları bulunmasının gereği konusunda gündem dışı” söz alır.

Mehmet Ali Eren, SHP İstanbul Milletvekili olsa da Tunceli Ovacık’lı bir avukattır. Rivayet o ki, o günkü konuşmasının metnini SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’ye vermiş; İnönü’nün itirazlarına rağmen de konuşmasını Meclis’te yapmıştır. Eren, bir buçuk yıl sonra (14-15 Ekim 1989) tarihinde Paris Kürt Enstitüsü’nce düzenlenen Kürt Konferansı’na katıldığı için partiden ihraç edilecektir.

TBMM’nin o günkü oturumuna dönelim. Mehmet Ali Eren sözlerine, çok da doğru olarak, “… bu ülkenin hiçbir sorunu tabu değildir, her sorunu Yüce Mecliste tartışılmalıdır… Ulusal sorunlarımız öcü değildir. Bu sorunlarımızı korkusuzca, özgürce, tüm siyasal örgütlerimizde; toplumun her kesiminde tartışmalıyız. Bu tartışmalara Parlamento da katılmalı, çözüm yolları burada aranmalıdır. Böyle bir ortamın yaratılması, ulusal çıkarlarımız gereğidir.” diyerek başlar ve “Parlamento[nun] bu tabuyu yıkmak zorunda” olduğunu,  “Kürt sorununu[nun] bütün yönleriyle ele al[ınarak], gerçekçi çözüm önerileri üret[ilerek], sorunu[n] tüm detaylarıyla tartışma[sı gerektiğini]”  belirtir.

Eren tam da “Bugüne kadar soruna doğru yaklaşım gösterilmemiş ve Kürtlerin varlığı sürekli yadsınmıştır. Bu insanlarımıza hep kuşkuyla bakılmış, farklı siyasal ve ekonomik uygulamaya tabi tutulmuşlardır. Şöyle ki; yasalarımız Doğuda farklı, Batıda farklı yorumlanmış ve uygulanmışlardır.” dediği anda, ANAP ve DYP sıralarında gürültüler yükselmeye başlar. Milletvekilleri Eren’i yalancılıkla suçlarlar. Talat Sargın (Tokat) “Anayasayı unutma, Anayasayı!”diyerek Eren’i uyarır(!) Ankara milletvekili Onural Şeref Bozkurt  ise “Ulusal bütünlüğümüzü bozucu sözler sarf ediyorsun.” Diyerek kürsüdeki hatibe çıkışırken Ülkü Söylemezoglu (Kahramanmaraş) da “Bölücü!…” diye bağırmaktadır.

Mehmet Ali Eren, Bulgaristan’daki Türklere yapılan baskılardan söz ederek, Bulgaristan’da yapıldığında tepki gösterdiğimiz şeylerin benzerlerinin, Türkiye’de Kürtlere yapıldığında sessiz kalınamayacağının da altını çizer. Sözleri şöyledir: “Sayın milletvekilleri, biliyorsunuz, Yunanistan’ da, Bulgaristan’da Türklerin isimleri değiştiriliyor, Türklere baskı yapılıyor, Türkler asimile edilmek isteniyorlar. Biz, Ana Muhalefet Partisi olarak defalarca buna karşı çıktık. Ben, demokrat bir milletvekili olarak, Bulgaristan’ın bu tutumunu kınıyorum; ama sizlerden de şunu bekliyorum: Ülkemizde de eğer azınlık milliyetlere baskı yapılıyorsa, onların isimleri değiştiriliyorsa… Siz de, gelin, buradan onu kınayın; onu bekliyorum sizden.”

Eren’in konuşması çok da fazla uzamaz. SHP milletvekili, özetle, Kürtlere baskı yapıldığını, bu baskıların Bulgaristan’da Türklere yönelik baskılara benzediğini dile getirmekle yetinir. Eren’in bu konuşmasının önemi, konuşmanın içeriğinden çok, koordinatlarıyla ilgilidir. Eren’in konuşmasına yönelik tepkiler,  sözlerinin içeriğinden çok, bir tabu yasağının delinmesi, resmi ideolojinin uzağındaki bir mevziden söylenmiş olması nedenleriyledir. Eren’in Kürtler ile Bulgaristan’daki Türkler arasında kurmaya çalıştığı benzerlik bile, Türkiye’de Kürtlerin azınlık olup olmadığı tartışmalarına dönecektir. Bursa Milletvekili İlhan Aşkın “Sayın Başkan, lütfen… Hatip, «Azınlık millet» dedi. Türkiye’de hangi azınlık millet vardır, açıklasın bunu?”diyerek tepkisini dile getirir.

Sataşmalar ve kısa söz almalar bir yana konulursa, Mehmet Ali Eren’in konuşmasına ilk resmi tepki, İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli’den gelir. Eren konuşmasına başlarken hiçbir şeyin tabu olamayacağını belirtmesine nazire eder gibi, Kalemli de konuşmasına, bu tür sözlerin TBMM’de söylenmiş olmasını, TBMM Başkanlık Divanı’nın bu sözlerin sarf edilmesine izin vermesini eleştirerek başlar: “Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; bugün, bu kürsüde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında, belki hiç söylenmemesi gereken birtakım kavramlar, birtakım iddialar dile getirildi. Atatürk’ün Kürsüsünde bu iddialar, bu kavramlar dile getirilirken, bu kavramları, bu iddiaları dile getiren sayın milletvekili arkadaşımıza, Başkanlık Divanının bu şekildeki müsamahasını esefle karşıladığımı belirterek sözlerime başlamak istiyorum.

Kalemli, Eren’e tepkisini devletin ülke ve milletiyle bölünmez bir bütünolduğunu hatırlatarak gösterir: “Anayasamızın 3 üncü maddesini bu kürsüden bir kere daha okumak istiyorum: «Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür… Sayın Başkan, değerli milletvekillerıi; 3 üncü maddesini okuduğum bu Anayasaya göre burada andiçtik; bunu hatırlatmakta fayda var. Nasıl andiçtik? 3 üncü maddesini okuduğum bu Anayasanın hükümleri içerisinde seçilmiş ve bu kürsülere gelmiş milletvekilleri andiçtik.”

İçişleri Bakanı konuşmasına PKK’nın 1979’dan o güne kadar gerçekleştirdiği paramiliter faaliyetlerin ayrıntılı bir dökümünü yaparak devam eder. TBMM çatısı altında Eren’in yaptığı tarz konuşmaların, bölgede görev yapan güvenlik güçlerinin şevklerini kırdığını ve “terörle mücadeleyi” sekteye uğrattığını da ilave eder: “Şöyle ki: Bakınız her türlü konuyu biz bu Meclise getirir konuşuruz, ‘bunların cevaplarını da sayın milletvekillerinin talepleri üzerine açık seçik veririz; bundan bir çekincemiz yoktur; ama, bu bölgeye hizmet vermeye çalışan güvenlik kuvvetlerimizi şu veya bu şekilde birtakım caydırıcı suçlamalarla veyahut da güvenlik kuvvetlerinin görevlerini yapmasına mani olucu birtakım beyanlarla bu bölgedeki meselemizi halledemeyiz. Bu bölgedeki meselemizi halletmek istiyor isek, bunu, günlük politika tartışmalarının kısır çekişme döngüsü içerisine almadan, çok açık yüreklilikle bu kürsüye getirip, rakamlarla, belgelerle ortaya koymamız lazımdır. İçişleri Bakanlığı olarak bundan ‘bir çekincemiz yoktur.”

TBMM’deki tartışma o boyuta gelir ki, değil Eren’in konuşmasında ifade ettiği fikirlerin doğruluğu ya da yanlışlığı, bir anda, TBMM (oturum) Başkanı’nın bu konuşmaya müdahale edip edemeyeceği tartışılmaya başlanır. Ankara milletvekili Onural Şeref Bozkurt, söz alarak, TBMM’yi yönetmekte olan Başkanvekili Abdulhalim Aras’ı eleştirir. Tartışma usul hakkındaki bir tartışmaya dönmüştür artık. Onural’ın, oturum başkanının konuşmaya müdahale ederek Mehmet Ali Eren’in sözlerini kesmemesine yönelik tepkilerini dile getirdiği konuşmasının şu sözlerle bitmesi de manidardır: “Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23 Nisan 1920’denı günümüze kadar geçen safahatı incelendiğimde, herhalde, yapılan konuşmalar içerisinde, biraz evvel bir değerli milletvekilinin yaptığı konuşma kadar talihsiz bir konuşmayı tespit etmek mümkün değildir.

Hazır siz bugün savaşı konuşuyorken, ben size bu noktaya nasıl geldiğimizle ilgili bir ayrıntıyı hatırlatayım istedim.

 

Mete Kaan KAYNAR: 1972 yılında Ankara’da doğan Mete Kaan Kaynar, lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde tamamladıktan  sonra aynı bölümde yüksek lisans ve doktorasını yaptı. Bir süre Westminster Ünivesitesi’nin Demokrasi Çalışmaları Merkezi’nde misafir araştırmacı olarak çalışan Kaynar, 2009 yılında siyasal hayat ve kurumlar alanında doçentlik unvanı aldı.
Mete Kaan KAYNAR