Sağlıklı Bir Çevre Hakkı; Tüm Canlılar İçin Temel Yaşam Hakkı Olmalıdır

Hipokrat, Bundan yaklaşık 2500 yıl önce şöyle demiştir: “Bir toplumun sağlığını bilmek istiyorsanız o toplumun nefes aldığı havaya, içtiği suya ve yaşadığı yere bakınız” der.

İşte konu başlığımızdaki bu konuya değinmek için bu söze yer vererek başlamak istedim.

Bitkisel ve hayvansal kökenli tüm canlılar, yaşam ortamlarında birbirleri ile fiziksel, kimyasal ve biyolojik ilişkiler içerisinde dengeli bir yaşam sürdürürler. Bu dengeyi doğal afetler, değişen iklim olayları vb. nedenler bazen bozsa bile, doğa kanunlarıyla denge, kısa ya da uzun sürede tekrar kurulabilir ve düzenli doğal yaşam yeniden canlanabilir. Bu dengeyi bilerek veya bilmeyerek bozan, doğayı ve doğal kaynakları tüketen ve kirleten insan faktörü devreye girince, yaşam ortamı bozulmaya, dengesini ve sürdürülebilirliğini yitirmeye başlar. İnsan etkileri devam ettiği sürece de ekolojik dengeler bozulmayı sürdürür, kalıcı tahribatlar ve bozunmalara neden olurlar. Ve sonuçta yaşam ortamı, başta insanlar olmak üzere tüm canlıların yaşamı için özelliklerini ve koruyuculuğunu yitirir.

Su; hava, toprak ve ateş ile birlikte yaşamın dört ana unsurundan birisidir. Su, çok iyi bir çözücü ve kendi içinde taşıma özelliği nedeniyle iyi bir alıcı ortamdır. Bu nedenle, suların içerdiği birçok elementin iyon ya da iyon grubu şeklinde yoğunlaşmasının artması, yaşamsal bir kaynak olan suların içme, sulama ve endüstride kullanımını kısıtlar ya da engeller. Suyun tüm canlılar için yaşamsal bir doğal kaynak olması yanında, uygarlıkların kurulmasında ve çökmesinde rol aldığı bilinmektedir. Yeryüzünde tarihin başlangıcından beri insanlar su ile ilgilenmişler. Suyun özelliğini tanımaya, yönetmek için yasalar belirlemeye, ondan hem korunmaya hem de yararlanmaya çalışmışlar. Yerleşim yerlerini suyun bol olduğu ırmak, göl ve deniz kenarlarına yakın yerlerde kurmuşlardır.

Günlük yaşamımızda su; yemek yapma, yıkanma, içme, ev temizliği vb. amaçlar için kullanılmaktadır. Canlılara yaşam veren su, doğadaki hayvanların ve tarımsal üretimin de vazgeçilemez bir girdisidir. İnsan vücudunun günlük su gereksinimi yaklaşık 2.5 litredir. Bu suyun bir bölümü yiyeceklerle, geri kalanı da içilerek alınmak zorundadır. İnsan, yemek yemeden 80 gün yaşayabilirken su içmeden yalnız 10 gün yaşayabilir. Vücut suyundaki %1-2’lik bir azalma acıya, %5’lik su kaybı derinin kaşınmasına, ağız ve dilin kurumasına ve halüsinasyonun başlamasına, %15’lik su kaybı ise insanın ölmesine neden olur.

Tüm canlı varlıklar yaşamaları, gelişmeleri ve diğer gereksinimleri için çok büyük miktarlarda suya ihtiyaç duyarlar ve bu suyu da yer üstü ve yer altı su kaynaklarından sağlarlar. Tükenmeyen doğal kaynaklar içerisinde toprak varlığı ile birlikte bir ülkenin zenginliğinin temelini oluşturan su kaynakları potansiyelinin ve kalitesinin bilinmesi çeşitli kullanım alanlarına yönlendirilecek su miktarları ile ilgili plan ve programların hazırlanmasında büyük önem taşır.

Çevreyi oluşturan temel unsurlar; hava, su ve toprak arasında doğal koşullarda ekolojik bir denge ile havada, toprakta ve kayaçlarda da çok yönlü karşılıklı bir etkileşimde bulunmaktadır. Ekosistemlerin karşılıklı bağımlılığı ve geçirgenliği nedeni ile bu ortamlarda herhangi birinde meydana gelen kirlenme, diğerlerine de taşınabilmektedir. Kısaca kirlenme sınır tanımamakta, sadece kullanıldığı alanda değil, kilometrelerce uzaklıktaki yaşamı da etkileyebilmektedir. Bu nedenle, çevre üzerinde büyük tehdit oluşturan toprak, su ve hava kirliliğini azaltmak günümüzün ana meselesi olmuştur.

Ürün çeşitliliğini sağlayan uygun ekolojik koşullara rağmen tarıma elverişli su havzalarındaki hızlı sanayileşme, şehirleşme, endüstriyel ve evsel atıklar, karayolu taşıt trafiğinin yoğunluğu ile birlikte bilinçsizce kullanılan tarımsal gübre ve ilaçlar, maden alanlarında, maden ayrıştırması için kullanılan asitler ve yıkama sularının yarattığı atıklar, yer altı ve yer üstü suları ile birlikte tarım arazilerinde de kirlilik meydana getiriyor. Baca gazları ve maden atık su açık depolama alanlarındaki suların buharlaşması yoluyla da hava kirlenmekte. Kirlenen hava yağmurlarla tekrar su ve toprağı kirletmektedir. Yanı sıra Jeotermal santrallerden açığa çıkan asitli gazlar ve yüzeye bırakılan sularda havayı, toprağı ve suyu aşırı şekilde kirletmektedir. Bu olguda son yıllarda yaşamımıza giren ve daha yoğun kirlilik yaratan ve gittikçe de daha da yaygınlaşan bir sektör olarak yaşam alanlarımızı daha çok kirletip elimizden çıkarmaktadır. Bu yollarla oluşan kirlenmeyi, doğa on yıllarca üzerinden atamamaktadır. Bu çalışmalar süreğen olduğu için de geri kazanımda söz konusu olamamaktadır. Ancak doğal afetlerle oluşan kirlenmeyi, doğa birkaç yıl içinde kendi içinde giderebilmektedir. En kalıcı olan kirlilik insan faktörü tarafından oluşturulan kirliliktir.

Ülkede devletin ve ilgili kurumların yapması gereken şeylerin başında, tarımı desteklemeyi artırmak, tarımsal üretimin sürekliliğini sağlayarak gıda güvenliğini korumalıdır. Tarım üreticilerinin yaşam düzeylerini yükseltmelidir. Tarım alanlarını daha ciddi önlemlerle korumak için caydırıcı yasalar çıkarılmalıdır. Orman alanlarının korunarak, orman köylülerinin haklarının korunarak, ormanların korunması yönünde desteklenmelidir. Sağlıklı ve temiz bir çevrenin oluşmasını amaç edinmelidir. Sağlıklı bir çevre oluşturulmadan, sağlıklı bir toplum oluşturulamaz. Bu konuda çevrenin temiz ve güvenli bir liman olarak kalabilmesi hepimizi ilgilendirmektedir. Bu konuda hepimize görev düşmektedir. Öncelikle de Üniversitelere, akademisyenlere, konuya hâkim her bireye büyük görevler düşmektedir. Kamuoyu duyarlılığı ve ilgili kurum ve kuruluşlar üzerinde bir baskı oluşturularak işe ilgi duymalarını ve ilgilenmelerini sağlamalıyız.

Yaşam hakkı, kar amaçlı işlerden kaynaklanan çevre kirliliği ile yok etmeye kimsenin hakkı olmamalıdır. İnsan yaşamını direkt olumsuz etkileyen her eylem işletmecilik suç işlemekte, cinayetler işlemektedir. Çünkü yaratılan çevre kirliliği, insanların yaşam süresini fiilen kısaltmakta ve acılar çektirmektedir. Doğal dengede bozulduğunda, yaşanabilir bir ortamda kalmamaktadır.
Özelinde yaşadığımız alanın, genelinde ülkemizin yaşanabilir kalması, sağlıklı bir çevre ile birlikte sağlıklı bir toplumun olması en önemli dileğimizdir. Biz bunun dilek olmaktan çıkarıp, gerçekleşebilir bir duruma dönüştürmek zorundayız. Gerek sosyal devletin kamuoyu karşısında yapması gereken işlerini ve görevlerini yapmasını sağlamak, gerekse özel sermaye grupların aşırı kâr dürtüleri yüzünde çevreyi kirletme eğilimlerine karşı çıkarak, gelecek kuşaklara yaşanabilir bir ülke bırakmakla yükümlüyüz. Bunu unutmadan çevreyle ilgili gözlem ve duyarlılığımızı artırarak, gerekli müdahalelere hazırlıklı olmalıyız. Ancak geleceği böyle kurtarabiliriz. Toplumsal sağlık kriterlerimizde, soluduğumuz hava, içtiğimiz su, yediğimiz sebze ve meyvelerin temizliği ve yaşam alanlarımızın doğallığı ile doğru orantılıdır.

Temel sloganımız da; Sağlıklı bir çevre hakkı, Tüm canlılar için temel yaşam hakkı olmalıdır. Bu şiarın yasalarımızda da yer almasını sağlamalıyız…