Kendini Sevmeyen Biri, Gerçek Anlamda Başka Birini Sevebilir mi?

Bir insanın kendini sevmesi ilk neyle başlar hiç düşündünüz mü? Ve sonrasında nasıl sevgisizliğe dönüşür?

Dünyaya geliş şeklimizi düşünürsek, önce farkında olmadığımız bir teslimiyetin içinde kendimizi ebeveynlerimizin kucağına bırakırız.

Bizi beslerler, büyütürler, eğitirler ve severler… Her ebeveyn kendine göre sever… Sevmeyi nasıl öğrendiyse, nasıl model aldıysa, sevmenin o olduğunu düşünür.

Sevgi çok farklı şekilde ifade edilebilir. Fakat temelinde dolaylı ve direk sevgiyi iletme çeşidi olmak üzere iki çeşittir. Genellikle çoğu insanın sevgisini direk iletmektense dolaylı yollardan ifade ettiğini görmekteyiz.

Sevgimizi dolaylı yollardan ifade ederek, bizi anlamalarını bekleriz. Hem kendi hayatımızı hem de onların hayatını, duygularımı direk ifade edip kolaylaştırmaktansa, duygularımızı direk ifade etmekten çekindiğimiz için zorlaştırırız. Bunun aslında temel nedenlerinden biri, “Beni anlamak için ne kadar çaba harcarsa benim için emek harcamış ve özen göstermiş olur. Hımmmm böylelikle de bana olan sevgisinden daha çok emin olmuş olurum.”, diye düşünmemizdir.

Ya da ünlü bilim adamının dediği gibi “Görünenle öz aynı olsaydı, bilim diye bir şey olmadı.” da çok güzel belirttiği gibi… Bazen direk duygularımızı ifade ederiz ama karşımızdakinin doğru söyleyip söylemediğinden emin olmak ya da dürüst olup olmadığını hissedebilmek için oyunlar oynayarak sağlamasını yapmaya çalışarak garantici davranırız.

Sevgimizi dolaylı ya da direk yollardan da olsa, nasıl hissettireceğimizi öğrendiğimiz yer, her zamanki gibi ailemizdir. Çünkü orda “ilk” lerimizle tanışırız. İlk kucaklaşma, ilk öpme, ilk dokunuş, ilk kavga, ilk kızgınlık, ilk öfke, ilk kırgınlık,….. Onlar nasıl davranırsa bizde onları taklit ederek öyle davranırız.

Örneğin, bir ailede ihtiyaçların karşılanması neticesinde sevildiğini hisseden çocuk, sevgisini gösterebilmek için aynı uygulamayı yapar. Ailesinin ihtiyaçlarını karşılamakla “Seni seviyorum.” demenin bir olduğunu düşünür.

Ya da yapılan sürprizlerle kendini değerli ve sevilmeye değer hisseden çocuk, sevdiklerine sürprizler yaparak sevgisini gösterir.

Ya da kendi ihtiyaçlarının karşılanması için yoktan var edildiğini gören bir çocuk, sevdiği insanlara sevgisini, elinde olmamasına rağmen yoktan var ederek gösterir. Çünkü “Seni seviyorum.” öyle gösterilmiştir ailede. O da öğrendiği şeyi sorgulamadan sunar ve gösterir. Çünkü anne ve babanın yani ailenin içinde oluşturulan bir faunusda her ne yapılıyorsa zannedilir ki herkes aynı şekilde davranıyor, hissediyor ya da hissettiriyor sevgisini…

Sosyal çevreyle kaynaşmaya başladığımızda, kendimizinkinden de farklı sevgiyi gösterme şekilleri olduğunu görürüz. Çünkü sevgiyi dolaylı yollardan ifade ettiğimiz için biz nasıl öğrendiysek “seni seviyorum” demeyi öyle söyleriz. Karşı taraftan da bizi anlamasını bekleriz. Hatta anlamadığında bir sorunu var herhalde diye düşünürüz. Ama şunu fark edemeyiz, eğer herkes sevgisini göstermeyi yetiştiği ailede öğreniyorsa, bunu herkesin gösterme şekli farklıdır.

Dolayısıyla bu farklılıklar içinde sevdiğimizi ya da sevildiğimizi nasıl anlayabiliriz? diye sormakta fayda var…

En kestirme yolu direk ve net olmaktır. Çünkü netlik, varsayımlarla içice olduğunuz bir hayaller aleminden sizi alır ve gerçeğe doğru götürür. Eğer dolaylı iletişim herkesin ortak kullandığı dilden daha farklı ve yanıltıcı bir iletişim yöntemiyse, hayatınızı kolaylaştırmak adına cesaretli ve net bir şekilde duygularınızı ifade etmekte fayda vardır.

“Aaa bu kadar kolay bir şey değil.” diyorsanız “Neden?” diye çok yalın bir şekilde sormakta fayda var.

Ne kaybedeceksiniz ki? Varsayımlarla içinden çıkamadığınız durumlarda kaybettiğiniz zamandan daha kıymetli bir şey mi kaybedeceksiniz?

Diğer taraftan baştaki sorumuza geri dönecek olursak…

Kendimizi sevilmeye değer ya da sevilmeye değmez hissettiğimiz yer başlangıç olarak ailedir. Dolaylı yollarla gösterdiğimiz sevgimizi gösterememeye başladığımız noktada tükenmeye başlarız. Ne kendimizi ne de sevdiklerimizi sevgimizle besleyebiliriz. Örneğin elinde avucunda hiç bir şey kalmayan, fakat sevgisini hep ailesinin ihtiyaçlarını karşılayarak göstermeyi öğrenmiş ve parası olmadığında sevgisini nasıl göstereceğini bilmeyen bir baba varsa, başta kendi kendisini sevmemeye başlar. Çünkü ihtiyaç karşılamanın adının sevgi olduğunu öğrendiği ve öğrettiği için, önce kendi ihtiyacını karşılayamadığı için kendini sevmemeye başlar. Ailesinin ihtiyaçlarını karşılayamadığı için kendini sevmemesinin dışında diğerlerini de sevgisinden mahrum ettiği bir sürecin içinde yaşar.

Sonra çok öfkeli ve kendini yalnızlaştıran bireyler, yetiştirmeye ve aynı zamanda yaşamaya başlar. Öncelikli nedeni, kendini her ne nedenle olursa olsun sevmeyen bir anne ya da babanın çocuğu olmaktır. Çünkü gerçek anlamda ihtiyacı olan sevgiyi alamayan ve kendine veremeyen, sevmeyen biri nasıl çocuğuna öğretsin ki bilmediği bir şeyi…

Tabi ki kendi potansiyelinde bir şeyleri her ebeveyn öğretir. En azından hissettirmeye çalışır. Ama buradaki önemli soru şu; “Yeterli olur mu?”

Yeterli olmadığı noktada sevgiyi hissetmek ya da kendimizi daha çok sevmek için farklı yöntemler geliştiririz. Nerden besleniyorsak oraya çok fazla eğiliriz.

Bu bazen akademik başarı, bazen iş başarısı, bazen spor, bazen aile başarısı gibi bir takım kendimizi genel geçer klasmanda diğerleriyle karşılaştırarak ön planlara çıkmamızı ve sevilmeye değer, özel, önemli insanlar olduğumuzu önce kendimize göstermek adına bir yön değiştirmeyle olur. “Yarışta kim daha ön plandaysa o iyidir, değerlidir, alkışı hak eder.” diye bir kanı vardır da ondan…

Bu tabiki hayattaki rollerin tekinden beslenen ve roller dengesini kuramayan, kurmakta zorlananlar için geçerlidir. Çünkü neticede hepimizin hayatında iş, okul, anne, baba, evlat, kardeş olma gibi bir takım farklı roller vardır. Hepsinden sağlıklı dozlarda faydalanabiliyorsak ne güzel… Ama bir rolden çok fazla besleniliyor ve diğer roller yok sayılıyorsa, orda sorun var demektir.

Kişinin kaçtığı ya da kontrol altına alamadığını düşünerek yok saymayı tercih ettiği bir sorunu var demektir. Oradaki sorunu düşünmek ve çözemediğini görmek de iyi gelmediği için hemen yön değiştirerek hangi rolünden beslenebiliyorsa oraya yönelir.

Bu çok sağlıklı mıdır? Tartışılır… Eğer kişinin en azından hayattan kopmaması adına bir bağlayıcı denge oluşturuyorsa, kişinin kendisini koruması adına önemli bir savunma düzeneğidir. Fakat çok uzun bir zaman dilimine yayılmaya başlamışsa orda bastırılan çok ciddi konular var demektir ve destek almakta fayda vardır.

Hayatta sevgiyi nasıl ve nerde almış, öğrenmiş olursanız olun, sevgi öğrenmekten öte, hissedilen illa somut bir şekilde gösterilmesi gerekmeyen, en soğuk, en mutsuz ve en kalkanlı insanı bile ısıtan, tedavi edici, büyüleyici bir duygudur.

Sorunun cevabı: Eğer kendini sevmeyen birine sevginin aslında güç, başarı, para, mal, mülk, pahalı kıyafetler, arabalar evlerle alakalı olmadığını, yani nasıl öğrendiyse onların hepsinin yanlış olduğu söylenir, kendisini sevmesi için illa bir nedene ihtiyacı olmadığı gösterilirse… Yani aslında o kişi sadece kendi olduğu için sevildiğini görüp, pek çok insan gibi mükemmel olmama hakkının da var olduğunu, bu nedenle hatalarına, eksiklerine rağmen çok değerli olduğu söylenir ve hissettirilirse, bir buz küpünü tüm sıcaklığınızla eritmiş ve kendiniz gibi sevgi, hayat veren bir su haline getirmiş olursunuz. Diğer taraftan öncelikli olarak bilinmesi gereken şeyse; İnsanlar size;

· Çok değerlisin,
· Çok yakışıklısın,
· Çok özelsin,
· Çok iyisin,
· Çok başarılısın,
· Çok iyi dinliyorsun,
· Çok iyi anlıyorsun,
· Çok güzel bakıyorsun,
· Çok güzel hissettiriyorsun,
· …..

dese de demese de, hissettirse de hissettirmese de, onlara bağımlı kalmadan siz kendinize diyebiliyor musunuz? Siz kendinizin farkında mısınız?

Her insanın hayatında dönem dönem pişmanlık duyduğu kararları, seçimleri, davranışları olur. İnsan olmanın getirisidir hata yapmak zaten. Her şeye, her türlü hatanıza, kararınıza, davranışınıza, seçiminize rağmen kendinizdeki olumlu şeyleri ortaya çıkartırsanız, aslında o çok gözünüzde büyüttüğünüz eksilerinizin ne kadar az olduğunu görürsünüz. Pek tabiî ki eksiklerinizi gözünüzde büyülttüğünüz kadar artılarınızı küçültmezseniz bu mümkün olur.

Çünkü çok tehlikeli olmasına rağmen çoğu insanın hayatını yanlış yönde yaşamasına neden olan şeylerin başında, bir şeyi nasıl görmek isterse öyle görmesi, gelmektedir. Yani bazen gerçek tüm çıplaklığıyla o kadar net bir şekilde önümüzde durur ki… Bakacak gücümüz, görecek cesaretimiz ve anlayacak irademiz olmadığı sürece hiç bir işe yaramaz…

Güç, cesaret ve irade üçlüsünün yanınızdan ayrılmadığı noktada, hangi buz küpünü sıcaklığınızla eritip kendinize ve ona hayat vermek isterseniz, sevginizi önce kendinizden sonra da kimseden esirgememeniz dileğimle…

Klinik Psikolog Esin Nur Akyıldız

Kaynak: Psikoloji & Psikiyatri