İşkenceye geniş tolerans zamanı

“İşkenceye sıfır tolerans”ı, Türkiye’de ne zaman ve kim ilk telaffuz etti, hatırlamıyorum. AKP iktidara geldikten sonra, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, hükümet üyelerinden 2000’lerde çok sık duyduk. Yanılmıyorsam, en son, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, gözaltında işkence iddiaları dile getirilmeye başlayınca, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bizde işkence sıfır toleranstır. Ha, arbede sırasında kaşına gözüne tekme tokat yemiş olabilir” (2.8.2016) diyerek, iddiaları geçiştirmeye çalışmıştı. Ama nedense, Avrupa İşkence ve Onur Kırıcı Muameleleri Önleme Komitesi’nin (CPT) Kasım 2016’da tamamladığı Türkiye ile ilgili raporun yayımlanmasına hükümet bugüne kadar izin vermedi. Durum, kaşa göze tekme tokat yemenin ötesinde vahim.

Aralık 2016’da Birleşmiş Milletler’in, işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleler konusunda özel raportörü Nils Melzer de Türkiye’ye geldi. Yaptığı incelemelerden sonra, Türkiye yönetiminin işkence ile mücadele ve önlenmesi konusunda taahhütlerini memnuniyetle karşıladıklarını belirtip arkasından “ama yönetimin uyguladığı politikalarla cezasızlığa yardımeden gerçekler arasında bir kopukluk” olduğunu belirtti. İşkence ve kötü muamelenin, darbe girişimi sonrası, polis ve jandarma nezarethanelerinde, resmi gözaltı alanlarında yaygın olabileceğine işaret etti. Melzer, temkinli ifadeler kullanmıştı. 
Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ise art arda yayımladıkları raporlarda, son derece vahim işkence vakalarının varlığına işaret ettiler. Bunlar avukatların, birçok baro yönetiminin, doktorların, işkence görmüş kişilerin veya yakınlarının tanıklıklarına dayanıyor. HRW, 12 Ekim’de yayımladığı 43

ayfalık, Polis Gözetiminde Gözleriminse  ve İnsan Kaçırmabaşlıklı son raporunda, “Türkiye’de terörizm veya 2016 askeri darbe girişimi ile bağlantılı olmakla suçlanan insanlara polis gözetimi altında işkence yapıldığını, bir yandan gözaltına alınan şahıslara yönelik hak ihlalleri yapıldığına yönelik deliller artarken diğer yandan başka insanların da kaçırıldığını” somut örneklere dayanarak iddia ediyor (bkz. www.hrw.org/ tr/report/2017/10/12/310066). 

Hemen belirtelim, Türkiye’de 2000’lerde de işkenceye sıfır tolerans gösterilmedi. Niyet ilan edildi. İsmail Saymaz’ın 2012’de yayımlanan SıfırTolerans-Polisin Eline Düşünce başlıklı kitabı, Festus Okey’den ŞerzanKurt’a, gözaltında veya polis müdahalesi sırasında yaşanan ölüm vakalarının üzerinin nasıl örtüldüğünü anlatır. “İşkenceye sıfır tolerans” diyen Birinci Erdoğan hükümeti, 2006’da Polis Vazife ve Salahiyat Kanunu’nda yaptığı değişiklikle, polisin silah kullanımı ve diğer yetkilerini artırmıştı. Tayyip Erdoğan, Eylül 2007’de, “Ülkemde benim şu anda işkence diye bir olay yoktur ve bunu bildikleri halde, birilerinin AİHM’ye gitmesini anlamak mümkün değildir”, diyordu. İşkence ve kötü muamele göreli olarak azalmıştı ama Tayyip Erdoğan inkâr etse de, Türkiye AİHM’de insanlık dışı muameleden mahkûm olmaya devam etti. 

2013’ten itibaren işkence ve kötü muamele arttı. 2015’ten sonra artış hızlandı. HRW’nin raporu, olağanüstü hal yönetiminde, artık 1990’ların iğrenç politikalarının, insan kaçırmaların, işkence altında bilgi almaya çalışmanın yeni Türkiye’de ihya edildiğini gösteriyor. İşkence, kötü muamele, insan kaçırma şikâyetlerini dile getirenleri, devlet görevlileri ve iktidar partisi mensupları “terör örgütü propagandası yapmakla” suçluyor. Aynen 1990’lar gibi. 6 Ağustos 2017’de Şemdinli’nin Altınsu-Şapatan köyünde kadın-erkek, yaşlı-genç bütün köylülerin sıra dayağına çekilmesini şikâyet edenlere valinin yanıtı buydu. Muğla’da sokak ortasına çıplak ve elleri arkadan bağlı yatırılan şüpheliler bir başka yakın örnek. 

Şimdi güvenlik devletinin, “milli varlık ve beka sorununun” gölgesinde işkenceye geniş tolerans zamanındayız.

Kaynak: Cumhuriyet