İfade Özgürlüğü Vazgeçilmez, Öncelikli Değerdir

“Quot homines,
tot sententiae.”[1]

Mahkemenizde görülmekte olan 2016/139 esas dosya no.lu, kamuoyunda “Ayşe Öğretmen Davası” olarak bilinen davanın 1 Mart 2017 tarihli dördüncü celsesinde, savcılık makamı, hakkım(ız)da “Terör örgütü propagandası yapmak suçundan cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açılmış ise de; bu sanıkların show programına telefonla katılıp konuşma yapan ve hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçundan suç tarihi itibariyle soruşturma başlatılmış olan sanık Ayşe Çelik’in show programında geçen konuşmasının içeriğinin suç unsuru bulunmadığına inandıkları yönünde görüşlerini açıklamış olmalarından ibaret eylemlerinin müsnet suçun unsurlarını oluşturmadığı” gerekçesiyle üzerimize “atılı terör örgütü propagandası yapmak suçundan ayrı ayrı beraat” kararı verilmesi talebinde bulundu. Savcılık aynı mütalaada, “söz konusu show programına telefonla katılan sanık Ayşe Çelik’in programda yaptığı (…) konuşmayla terör örgütünün terör amaçlı eylemlerini kamuoyunun dikkatinden kaçırmak ve olayların tek sorumlusunun devlet güvenlik güçleri olduğunu anlatmak amacı taşıdığı, konuşmanın tamamı incelendiğinde sanık Ayşe Çelik’in terör örgütünün olayları kamuoyuna güvenlik güçlerini sorumlu tutar şekildeki anlatma yönündeki amacına hizmet eder nitelikte olduğu, sanığın üzerine atılı terör örgütü propagandası yapmak suçunu işlediği dosya kapsamıyla sabit olduğundan” Ayşe Çelik hakkında 37l3 sayılı Yasanın 7/2, 5237 sayılı TCK’nun 53. maddeleri gereğince cezalandırma karar verilmesi” talebinde bulundu.

Bu iki talep (bizlere beraat, Ayşe Öğretmen’e cezalandırma) yan yana konulduğunda, Savcılık makamının bizim eylemimizin içeriğini anlamadığı açıkça görülmektedir.

Kendi adıma, “Ayşe Öğretmen suçlu bulunacaksa, biz de aynı suça katılıyoruz” mealindeki, kendi hakkımızda suç duyurusunda bulunma eylemine katılma gerekçelerini, bu nedenle bir kez daha anlatmaya gereksinim duyuyorum.

Terörle Mücadele Yasası’nın 7/2. maddesi gereği – fiil basın-yayın yoluyla işlendiği için yarı oranında arttırılması kaydıyla- 1 ila 5 yıl cezalandırılması talep edilen Ayşe Öğretmen’in telefonla katıldığı Show TV programında neler söylediğini bir kez daha hatırlayalım. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, 2016/55635 soruşturma, 2016/21186 esas, 2016/2498 iddianame no.lu iddianamesinden aynen aktarıyorum:

“…Ayşe Çelik: Teşekkür ederim sağ olun, yalnız müsaadenizle ben çok kısa konuşmak istiyorum./ Beyaz: Tabi./ Ayşe Çelik: Türkiye’nin doğusunda, güneydoğusunda neler olup bittiğinin farkında mısınız? Burda doğmamış çocuklar, anneler insanlar öldürülüyor. Sanatçı olarak, insan olarak bir şekilde sizde yaşananlara sessiz kalmamalısınız ve bir şekilde dur demelisiniz. Ayrıca bir şey daha söylemek istiyorum, ölen çocuklara sevinen zavallı insanlar var. Ben o insanlara daha doğrusu biz o insanlara hiçbir şey söyleyemiyoruz, yazıklar olsun demekten başka./ Beyaz: Doğru./ Ayşe Çelik: Bir şey daha demek istiyorum, kusura bakmayın. Ben öğretmenim, öğrencilerini terk eden öğretmenlere seslenmek istiyorum. Bir daha oralara nasıl dönecekler, o güzel, masum, tertemiz yürekli çocukların yüzüne, gözlerinin içine nasıl bakacaklar. Ben konuşamıyorum, gerçekten burada yaşananları ekranlarda, medyada her şey çok farklı aktarılıyor, yani gerçekten konuşamıyorum, sessiz kalmayın insan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşım, görün, duyun artık bizi, el verin. Yazık insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın söyleyeceklerim bu kadar. Çok teşekkür ediyorum./ Beyaz: Ayşe Hanım. Bir alkış alalım Ayşe Hanıma./ Ayşe Çelik: Aslında çok şey söylemek istiyorum. Duygu yoğunluğundan dolayı hiçbir şey söyleyemiyorum./ Beyaz: (Alkışlardan dolayı) Pardon, duyamıyorum pardon./ Ayşe Çelik: Sizde fark ediyorsunuz, sesim titriyor./ Beyaz: Farkındayız./ Ayşe Çelik: Bomba seslerinden, kurşun seslerinden, insanlar susuzlukla açlıkla mücadele ediyor. Özellikle yani bebekler, çocuklar. Lütfen siz de duyarlı olun sessiz kalmayın rica ediyorum, lütfen./ Beyaz: Çok çok teşekkür ediyoruz, Ayşe Hanım. Öncelikle./ Ayşe Çelik: Ben çok teşekkür ederim, beni bağladığınız için./ Beyaz: Rica ederiz, rica ederiz, ne demek./ Ayşe Çelik: Bir nebze de olsa sesimizi buradan duyurabildiysek ne mutlu bize./ Beyaz: Çok iyi yaptınız, çok teşekkür ediyoruz. Hassasiyetiniz için de ayrıca size çok teşekkür ediyoruz gerçekten de elimizden geldiğince de duyurabileceğimiz yerlerden biz de elimizden geleni yapmaya gayret ediyoruz. Emin olun. Ama bu söyledikleriniz bir kere daha bize ders oldu. Daha da fazla yapmaya gayret edeceğiz. Burdan ordaki herkese selam olsun. İnşallah en kısa zamanda bütün o söylediğiniz barış dilekleri bizim için de geçerli biz de diliyoruz. En kısa zamanda bütün bunlar çözülsün istiyoruz. Çok teşekkür ediyoruz. Ayşe Hanım./ Ayşe Çelik: Ben teşekkür ediyorum. İyi akşamlar/ Beyaz: Sağ olun elinize yüreklerinize sağlık. Teşekkür ederiz. Biz devam edelim peki kaldığımız yerden, Ayşe Hanım’a çok çok teşekkür ederim, saf olsun. Bütün bunların bir şekilde konuşuluyor olması da lazım yeri zamanı neresi olursa olsun, bazı şeylerin dile getiriliyor olması lazım. Bugün Ayşe Hanım, yarın başka birisi başka bir yerlerde başka programlarda, sesinin titremesi bile bence bir alkışı daha hak ediyor…”

Dikkat: Ayşe Çelik konuşmasında “Türkiye’nin doğusunda, Güneydoğusunda doğmamış insanlar, çocuklar öldürülüyor; duyarsız kalmayın” diyor; kurduğu cümlenin öznesi belirsiz. Herhangi bir kişi, örgüt ya da kuruma suçlama yöneltmiyor. Savcılık makamının mütalaasındaki “terör örgütünün terör amaçlı eylemlerini kamuoyunun dikkatinden kaçırmak ve olayların tek sorumlusunun devlet güvenlik güçleri olduğunu anlatmak” iddiasını nereden çıkardığını, neye dayandırdığını anlamak zor.

Daha da vahimi: Ayşe Öğretmen’in cezalandırılması istenirken, canlı yayında Ayşe Öğretmen’i onaylayan, ona teşekkür eden, destek olan, alkışlatan, sözlerinden ders alınması gerektiğini vurgulayan sunucu ve programın yapımcısı hakkında “kovuşturmaya gerek olmadığı” kararı alınıyor! Bu “niyet okuma”, yasa maddesinin kişiye göre uygulanması değil de nedir?

Ayşe Öğretmen’in “suç”una katıldığımı bildiren suç duyurusunu tam da bu nedenle imzaladım. Ayşe Öğretmen, programdaki konuşmasında herkesin bildiği ve/fakat görmezden geldiği bir yaraya işaret ediyordu: Güneydoğu’da suçsuz, sivil insanların, kadın-çocuk demeden öldürülmekte olduğu, bu ölümlerin durdurulması için bir şeyler yapılması gerektiği.

Ayşe Öğretmen yalan mı söylüyordu?

Programın yayınladığı tarihlerde (8 Ocak 2016) “Türkiye’nin doğusu ve güneydoğusu”nda güvenlik güçlerinin PKK’ya karşı yürüttüğü operasyonlar çerçevesindeki çatışmalar sonucu, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin Şubat 2017 tarihli raporuna göre,[2] Temmuz 2015-Aralık 2016 arasında 800’ü güvenlik görevlisi, 1200’ü ise yerel halktan olmak üzere 2000 kişi yaşamını yitirmiştir. Raporda yerel halktan ölenlerin kaçının “devlete karşı şiddet içeren ya da içermeyen eylemlere karıştığının bilinmediği” kaydedilmekte; “2015 Temmuz-2016 Ağustos arasındaki 13 aylık süreçte yüzlerce insanın kanuna aykırı şekilde öldürülme iddialarına ilişkin tek bir soruşturmanın bile başlatılmamış” olmasının “Güneydoğu Türkiye’de insan haklarının korunmasının (…) kesin bir şekilde askıya alındığı”nı gösterdiği, sivil toplum örgütlerinin, 6722 sayılı yasa ve benzerleri ile güvenlik güçlerine sistematik bir şekilde her türlü cezadan muafiyet sağlandığı görüşünde olduğu belirtilmektedir.

Resmî açıklamalarda Temmuz 2015-Aralık 2016 arasında Türkiye’nin güneydoğusunda meydana gelen olaylarda gerçekleşen güvenlik güçleri dışındaki tüm can kayıpları, “PKK’lı” ve/veya PKK destekçisi olarak geçmektedir.[3] Buna karşılık, gerek bölgedeki görgü tanıkları, gerekse tarafsız kaynaklar, müdahalelerin zecrîliği nedeniyle sayısı belli olmayacak şekilde, bir kısmı çocuk olmak üzere sivil can kayıplarına işaret etmektedir.[4] Bu “zecrîlik” BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Raporu’na da şu satırlarla yansımaktadır:

“Ocak ayının sonlarında ve 2016 Şubat ayının başında Cizre ilçesinde, binaların bodrumlarında sıkışan erkekler, kadınlar ve çocuklar güvenlik güçleri tarafından bombardımana tutulmuştur. OHCHR’nin görüştüğü Cizre mağdurlarının aile üyeleri ve tanıklar, çoğunlukla güvenlik operasyonlarından kaçan yersiz 189 kadar kişinin, yılın en soğuk aylarında su, gıda, tıbbi bakım olmadan bodrumlarda haftalarca sıkıştırıldığı mahallelerin toptan imhasına ilişkin bir kıyamet resmi çizmiştir. Bodrumlarda sıkışan mağdurların bir kısmı, bombardımandan kurtulmak için STK’lar ve milletvekilleri ile cep telefonu üzerinden yaptıkları görüşmelerde dünya toplumuna yalvaran çağrılar yapmıştır. Cizre’de öldürülen mağdurların ailelerinin ve birçok STK’nın da aktardığına göre, sayısı belirlenemeyen kişilerin cesetleri tamamen ya da kısmen bombardıman ateşi sonucu imha edilmiş ve ardından hızla olay yeri yıkılmıştır. Binaların hemen yıkılması kanıtları yok etmiş ve bu nedenle cenazelerin teşhisi büyük ölçüde engellenmiştir. Dahası, aşırı güç kullanımı, ağır silahlara başvurma ve sonuçta ölümlerin yaşandığı koşullar hakkında soruşturma başlatmak yerine, yerel makamlar öldürülen kişileri terör örgütlerine katılmakla suçlamış ve bu kişilerin aile üyelerini etkileyen baskıcı önlemler almıştır.”

Özetle: Temmuz 2015-Aralık 2016 arasında “bu ülkenin Doğu ve Güneydoğu’sunda” çocuk, yaşlı demeden binlerce kişinin yaşamına mal olan, mahallelerin, kentlerin yıkılmasına, yok olmasına, onbinlerce insanın tüm varlıklarını yitirip yaşadığı yerleri terk ederek göçmesine yol açan “bir şeyler” oldu. Ve öyle gözüküyor ki iktidar (ve savcılık makamı) olan biteni kendi “resmî yorum”u dışında yorumlanmasını, “ne olup bittiğini” tartışmamızı istemiyor. Olan bitene işaret edenleri, bu konuya dikkat çekmek isteyenleri “terör propagandası” yapmakla suçluyor.

Ama bu yapılırken, “failler” arasında da ayırımcılık yapılıyor: Örneğin, mevcut dosyada, Ayşe Öğretmen’i programına kabul eden, konuşmasına onay veren, onu alkışlatan sunucu, onu alkışlayan izleyiciler kovuşturma dışı tutuluyor; ‘Ayşe Öğretmen’in söyledikleri suç ise, biz de bu suça katılıyoruz’ diyen bizler hakkında dava açılmakla birlikte, savcılık makamı tarafından “konuşmanın içeriğinde suç unsuru bulunmadığına inandıkları yönünde görüşlerini açıklamış olmalarından ibaret eylemlerinin müsnet suçun unsurlarını oluşturmadığı” gerekçesiyle beraat talep ediliyor; buna karşılık Ayşe Öğretmen’in terör örgütü propagandası” yaptığı belirtilip, bunun için de cezalandırılması talep ediliyor.

Bu üç edimin (Ayşe Çelik’in konuşması, sunucu tarafından konuşmanın onaylanması/alkışlatılması, kendimiz hakkında, bu konuşmada suç unsuru varsa bu “suç”a katıldığımızı bildirir suç duyurusunda bulunmamız) hangisinin “suç” olup, hangisinin olmadığını savcılık makamı hangi kriterlere göre tayin ediyor? Ya da şöyle ifade edeyim: Savcılık makamının “Ayşe Öğretmen’in söylediklerinde suç unsuru bulunduğu” kanaatini, “Ayşe Öğretmen’in söylediklerinde suç unsuru bulunmadığını düşünmek”ten beraat istediği bizim kanaatimizden daha geçerli kılan nedir?

Bir parantez açarak vurgulayayım: Ayşe Öğretmen burada bir “özne”den çok bir motiftir. Bu ülkede her yıl yüzlerce, binlerce kişi, devletin resmî görüşünden farklı görüş ve düşünceleri ifade ettikleri için “terör örgütü propagandası” gibi suçlamalarla yargılanmakta ve çoğunlukla da mahkûm edilmektedir.

Yurttaşların devletten, daha doğru bir deyişle, iktidar mevkiinde olanlardan farklı düşünme hakkının inkâr edildiği durumlarda, düşünce ve ifade özgürlüğü vazgeçilemezdir. Öncelikli ve acil bir değerdir. Bu özgürlüğün “ama”sız, “fakat”sız savunulması, bağımsız düşünen tüm aydınlar açısından bir “etik duruş” sorunu hâlini alır.

“Düşünce ve ifade özgürlüğü” benim için de, etik duruşumla doğrudan ilintili bir sorundur. Bugüne dek pek çok kez, hem iktidar sahiplerinden ve onların “resmî görüş”lerinden farklı düşündüğüm, hem de “resmî görüş”ten farklı düşünenlerin haklarını savunduğum için yargılandım.

Bugün, buradaki talebim gayet açıktır: Ayşe Öğretmen eğer “suçlu” ise, onunla aynı “suç”u işlediğimi beyan ediyorum.

Tekrar ediyorum, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Raporu’nda da belirtildiği gibi, bu ülkenin doğusu ve güneydoğusunda yaşlılar ve çocukların da dahil olduğu sivil halktan insanlar öldürüldü, mahalleler yıkıldı. Bu ölümler ve yıkımlar kamuoyunda (“terör örgütü propagandası” suçlaması ve kovuşturmasına maruz kalmadan) tartışılabilmeli ve “bağımsız ve tarafsız” yargı önüne getirilmelidir. Yakınlarını, evlerini, mahallelerini yitiren sivil halkın yaraları, onları TOKİ marifetiyle başka bölgelere taşıyarak değil, ancak böyle sarılabilir.

Bunları dile getirmek, bu taleplerde bulunmak, Kürt olsun-olmasın, yurttaşların “terör örgütü yandaşı” olarak damgalanmalarına, kovuşturulmalarına, cezalandırılmalarına neden olmamalı.

“Audi alteram partem/ Öteki yanı da dinle” vurgusuyla kendi adıma, hakkım(ız)daki suç duyurusunu “resmî görüşün dışındaki her düşünce ve görüşü suç sayma” yolundaki devlet teamülünün sorunlarımızı sağlıklı biçimde tartışma zeminimizi ortadan kaldırarak bu toplumu yıllardır zehirlediğini, kötürümleştirdiğini düşündüğüm için imzaladım.

Bu edim tarafınızdan bir “suç” olarak nitelenecekse, bu “suç”u bilerek, isteyerek işliyorum. Bu nedenle, savcılık makamının Ayşe Çelik dışında yargılananlara yönelik “beraat” talebine katılmıyorum… Talebim, Ayşe Öğretmen ile birlikte hepimizin aklanmasıdır. “Beraat” kararı, ancak bu durumda bu ülkede sahici bir özgürleşmenin önünü açacaktır.

 


N O T L A R

[*] Kaldıraç Dergisi, No:190, Mayıs 2017…

[1] “Ne kadar insan, o kadar fikir.”

[2] Bkz. EK 1: “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Güneydoğu Türkiye’de İnsan Hakları Durumu Raporu (Temmuz 2015’ten Aralık 2016’ya Kadar)”

[3] “Askeri kaynaklardan alınan bilgilere göre (…) 24 Temmuz 2015- 23 Mayıs 2016 tarihleri arasında ise yurtiçinde 2 bin 583 PKK’lı terörist öldürüldü, 109 PKK’lı yaralı olarak yakalandı, 731 PKK’lı terörist yakalandı, 214 PKK’lı terörist ise teslim oldu. Yurt içinde etkisiz hâle getirilen PKK’lı terörist sayısının 3 bin 637 olduğu belirtildi.” (Milliyet, 23 Mayıs 2016… http://www.milliyet.com.tr/tsk-7-bin-78-terorist-olduruldu-gundem-2250378/)

“Operasyonların başladığı geçen yılın (2015) temmuz ayından bugüne kadar (Mart 2016) 215’i asker, 133’ü polis, 7’si korucu olmak üzere 355 şehit verildiğini ifade eden Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Hamd olsun, şehitlerimizin kanını yerde bırakmıyoruz. Aynı dönemde, yurt içi ve yurt dışında toplam ölü, yaralı, yakalama olarak 5 bin 359 terörist etkisiz hâle getirildi.” (“Kaç PKK’lı Öldürüldü Kaç Şehit Verdik 265 Günlük Bilanço!”, 28 Mart 2016… http://www.internethaber.com/kac-pkkli-olduruldu-kac-sehit-verdik-265-gunluk-bilanco-1579254h.htm)

[4] Nitekim, CNN Türk, 7 Haziran 2016 Tarihli, “7 Haziran’dan 7 Haziran’a Ne Oldu” başlıklı haber dosyasında, Cizre, Sur, Nusaybin, Yüksekova’da düzenlenen operasyonlarda “sivil can kayıpları”ndan söz etmekte. (http://www.cnnturk.com/turkiye/7-hazirandan-7-hazirana-1-yilda-neler-oldu?page=1) İnternet Haber’in belirtilen web sayfasında ise 11’i çocuk olmak üzere 285 sivil ölümünden söz edilmekte. (“Kaç PKK’lı öldürüldü, kaç şehit verdik: 265 günlük bilanço!”, http://www.internethaber.com/kac-pkkli-olduruldu-kac-sehit-verdik-265-gunluk-bilanco-1579254h.htm)