Her Sürgünün Acısı Kendi İçerisindedir

1864 yılındaki Çerkes Sürgününden 65 yıl sonra, 1929 baharında Adigey’e bilimsel çalışma üzerine giden Gürcü tarihçi Simon Canaşia, Şapsığların bölgesi Cubga’da karşılaştığı 91 yaşında bir ihtiyar o günleri şöyle anlatmıştır:
“Deniz kenarında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını atıyordu. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem.”

Çarlık Rusya’sının Kafkasya’yı işgal ve ilhak çalışmaları oldukça uzun ve acılıydı. Neredeyse 300 yıl süren bu bir türlü bitmek bilmeyen savaşlar yüzünden insanlar sadece savaş süresinde değil daha uzun yıllar yaşadı acılarını.
Karadeniz’e inmeyi hedefine koyan Çar’ın gözünü kan bürümüş, başka hiçbir şey görmez olmuştu. Amaç Karadeniz’e ulaşmaksa gerisi teferruattı. O bölgelerde yaşayanlar “ya itaat edecekler ya baş verecekler”, başka yolu yoktu.

Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nin başkenti Nalçik’te, 400. Yıl meydanında bir heykel bulunur. Heykel aslında bir Çerkes kızına ait. 1561’de Korkunç İvan’la evlendirilen/evlendirilmek zorunda kalan Çerkes kıza aitti. Temruko İdar’ın kızı Guaşeney vaftiz edilip Mariya adını almıştı. Heykel buraya 1957’de dikilmişti ve Kabardey’in Rusya’ya “gönüllü” katılışını simgeliyordu.
Bölgeyi savaştan koruma adına yapılan bu evlilik/kız verme çok işe yaramamış, Korkunç İvan birkaç yıl sonra ölünce savaş başlamıştı.
Karadeniz Çar’ın bayrağının gölgesi altında dalgalanmalıydı!
İyi niyet girişimleri boşa çıkıyor, direnmekten veya teslim olmaktan başka yol kalmıyordu. Bölge halkı teslim olmanın yetmeyeceğini, katledileceklerini çok iyi biliyorlardı. Bu nedenle de direniş “ölümüne yapılan bir direniş” oluyor, savaş uzuyordu.
Dağıstanlı Şeyh Şamil direnişin önde çıkan isimlerinden biriydi. 62 yaşındayken savaşta esir düşene kadar neredeyse 25 yıl direnişini sürdürmüştü.
Kafkasya halkları 300 yıl boyunca bir çok “Şeyh Şamil” çıkardı. Yetmedi.

1929 Edirne antlaşması ile Çerkesya topraklarında hükümranlık hakları Rusya’nın eline geçmiş, Rusya’nın Karadeniz’e girmesinin önünde fazla bir engel kalmamış, Çerkesya halkları için asıl savaş başlamıştı.
1860 yılında Osmanlı ile Rusya arasında yapılan göçmen anlaşmasıyla Çerkes halkına sürgün yolu açılmış oldu.
Ne 1929 Edirne anlaşmasıyla Çerkesyadaki hükümranlık hakları Rusya’ya verilirken ne de 1860 tarihinde Osmanlı ile “Çerkes nüfusun göç edilmesi” anlaşması yapılırken Kafkas halklarına sorulmamıştı. Kafka halklarının kaderlerini, yaşamlarını, kaderlerini ilgilendiren kararlar, kendilerine rağmen Osmanlı Padişahları ve Rus Çarları tarafından alınıyordu.

Osmanlı ile Çarlık Rusyası arasında yapılan göç antlaşması ile birlikte Kafkasya’daki savaş hızlandı, şiddetlendi, vahşileşti. Kafkasya Halklarının önünde üç seçenek vardı.
Çar’ın, “Silahlarını bırakıp, Kuban Nehrinin sol kıyısında bulunan bataklık Don bölgesine yerleşme” önerisini kabul etmek ki önerilen bölge yaşanacak gibi değildi ve oraya yerleşmeyi kabul etmek ölümdü.
İkinci öneri Osmanlı topraklarına göçmekti. Yüz yıllardır yaşadıkları yurtlarını, vatanlarını terk edip Osmanlıya göç etmek/sürgün edilmek Kafkas halkları için ölüm gibiydi.
Ya bu önerileri kabul edecekler ya da topraklarını, vatanlarını savunup direnişe devam edeceklerdi. Rusya’nın gücü karşısında kazanma ihtimalleri yoktu. Direnmek de ölümdü ama onurluydu. Çoğunluk direnişi seçti.
Çarlık güçleri direnişi kırmak için tarlalarını, ekinlerini talan ediyor, hayvanlarını öldürüyor, halkı açlığa mahkûm ediyordu. 1960 – 64 arasındaki savaşlar çok kanlı ve acılı geçti. En kanlı saldırılar 1960 başlarında yaşandı ve 21 Mayıs’ta Kafkasya halklarının kesin yenilgisiyle sonuçlandı.

Üç yıl sürecek göç/sürgün yılları başlamıştı. Göç için tek yol olarak deniz yolu seçeneği bırakılmıştı. Amaç göçe/sürgüne gidenlerin yanlarında mal varlıklarını götürmesini engellemekti. Karadan kaçmayı başaranların dışında insanların tamamı deniz yoluyla gönderiliyordu. Başta Soçi limanı olmak üzere birçok liman yıllarca bu iş için çalıştı.
Gemiler kapasitelerinin çok üstünde insanla dolduruluyor, erzak ve su için yer kalmıyor, bu nedenle de gemilerin içerisindekilerin çoğu gidilen yere sağ olarak ulaşamıyordu. Birçok tekne aşırı yük nedeniyle batıyordu.
İlk rota İstanbul olmasına rağmen İstanbul’da yaşanan toplumsal rahatsızlık ve göçün çok büyük rakamlara ulaşması nedeniyle diğer illere/limanlara yönlendirildi. Trabzon, Samsun, Sinop, Varna, Burgaz ve Köstence limanlarına yöneldi tekneler.
Limana sağ ulaşmak yetmiyordu. Gelenler yaşanan zor koşullar nedeniyle ve gıdasızlıktan hasta düşmüşlerdi. Salgın hastalıklar baş gösterdi. Her limanda günlük onlarca yaşanan ölümler yüzünden göç/sürgün katliama dönüşmüştü.
Bir çok tarihçi değişik rakamlar vermesi nedeniyle kesin rakama ulaşmak zor olsa da yaşanan süreç içerisinde iki milyondan fazla Çerkes’in bu sürgünü yaşadığı, yüz binlercesinin sürgün koşulları içerisinde yaşamlarını yitirdiği söylenir.
Yaşanan savaşlarda ve sürgünlerde Çerkes soylarından bazılarının (Ubıh) yok olduğu bazılarının yok olma noktasına geldiği de söylenenler arasındadır. 1934 tarihinde nüfusu 573 bin olarak bilinen Adıge soyunun 1967 tarihinde 40 bin civarına düşmesi yaşanan felaketin boyutunu göstermesi açısından önemli bir göstergedir.
Çerkes sürgünü/katliamı, dünya üzerinde yaşanan ve bir daha yaşanmaması dilenen birçok katliamdan sadece birisidir.

Nami TEMELTAŞ
Latest posts by Nami TEMELTAŞ (see all)