Gitmeden, çay koydum içiyorum…

Herkesin yaşadığı zoru, girip çıkamadığı çıkmaz sokağı vardır. Ben o sokağa on beşimde girdim, bir daha çıkmadım. Evet, en güzel günlerimin bittiği yaştır on beş yaşım.

Herkes içindeki çocuğu koruyamadığı için şikâyet eder, ben onu büyütemediğime üzülürüm. Hep çocuk kaldı. Laf anlamaz, söz dinlemez halleri bundan.

Büyüyemedi, büyütemedim…

Hava ne soğuktu ne sıcak, ama ben az sonra olacakları biliyormuş gibi üşüyordum. Ellerim o gün bu gündür ısınmaz. Durup dururken üşür, parmak uçları sızlar. Sokaklar henüz tenhaydı, gecenin sisi yeni dağılıyordu şehrin üzerinden, çift jandarma gidiyordu kaymakam konağına.

Kaldırımlarda bildik bir telaş, bildik bir sessizlik eziliyordu ayak altında. Dükkanlar yeni açılıyor, çaylar henüz dem tutmamıştı. Bütün uğursuz işlerin olacağı saatlerin bitmesine az kalmıştı.

Gece uzadı, gün bir daha hiç doğmadı…

Yüreğim, geceden kalan son karanlığın altında ezildi, doğrulamadı. Çiçek görmeyecek bir dal, en ince yerinden kırıldı. Şimdi önce sesim kırılır, acıdan geçerken, uzun susmalar öncesi.

Bu öfke, bu çocuk küs gitmeler. Herkesten sakladığım gözyaşlarım, o günden kaldılar.

İnanmak istediğim insanlar oldu, inanmış gibi yaptığım insanlar. Sevmek istediğim insanlar oldu, sevmiş gibi yaptığım insanlar.

Herkesi kandırabilirdim, kendimden başka. Bir şeyler hep eksik kaldı, bir şeyler hep tamamlanmadı hayatımda. Gitmek istediğim yerler oldu, mesela İzmir en çok gitmek istediğim şehir kaldı. En çok yaşamak istediğim şehir.

Nefes nefese çıktığım yokuşlar oldu, hayatımda. Hepsinin inişi çıkışından zordu oysa, çünkü bütün çıkışlar, inişin içinde gizlenmiştir.

Ne diyordu şair, “gitmek kolaydır, dönmeyi hiç düşünmemişsen.” İstediğin kadar uzağa gitmek o zaman mümkün oluyor. Çünkü döneceğin, gözünde büyüyecek bir dönüş yolun yoktur.

Ben hep gittim, dönmeyi hiç düşünmeden. O yüzden benim olan bir yerim olmadı. Yeni bir yolculuğun başındayım, gitmeden çay koydum içiyorum…