Ekim Devrimi’nin 100.yılı vesilesiyle

Erzurum’da ilkokul 3.-4. sınıflardan ortaokul 1’e kadar namaz kılan, oruç tutan, camilere gitmekten büyük huzur duyan bir çocuktum.

Sonra bu zaman içinde giderek daha çok fark ettim ki din, kafamda dolaşıp duran ve çoğalan soruların hiçbirine cevap vermiyor. Üstelik çok sorarsan da seni azarlıyor, cezalandırıyor…

İlk sorular bilimin öğrettikleri ile dini öğretinin çeliştiği alanlardı. Din her şeyi kestirip atıyordu, bilim ise açıklamaya çalışıyordu. Cevabını bulamadıklarını senin bulmanın önünü açıyordu…

Sonra bunun üzerine sosyal ve siyasal alanlardaki sorular eklendi:

  • İnsanların bir kısmı neden zengin, öbür kısmı neden yoksuldur?

  • Dünya üzerinde neden yoksulluk, adaletsizlik, savaş ve zulümler vardır? Tanrı bunlara neden izin vermektedir?

  • Ülkemiz neden geri kalmıştır? Sömürü neden kaynaklanır, nasıl çözülür?

  • Memleketin doğusu ile batısı arasında neden fark vardır: neden doğu daha geri ve yoksuldur?

… ve sorular uzayıp gider.

Dini öğretisinin hacı-hocaların olduğu gibi, okul kitaplarının öğretmenlerin de cevaplarının yetersiz olduğunu gördükçe daha çok okumaya ve bir tür okuma deliliğini tutuldum sanki.

Ortaokuldayken birçok klasik roman hikaye kitaplarını devirirken, kitaplıklarda olmayan ama kimi arkadaşların evlerinde ya da kitapçılardaki yazarlarla tanıştım. Onlar benim hem dünyamı genişletti hem de ufkumu açtı.

Ve hem okudum, hem yazdım, hem de çizip boyadım…

Beni sosyalist öğretiyle tanıştıran, “aradığım cevaplar burada!” dedirten bu okumalar oldu. Lise 1. sınıfa geldiğimde Türkiye ve dünya solundan birçok edebiyatçı kültürel, ruhsal olarak SOL bir alt yapı kazandırmıştı ama bilinçli olarak “artık bilimsel sosyalizm benim yolumdur” kararını verdiren Engels’in “DOĞANIN DİYALEKTİĞİ” kitabı oldu. “Anti-Dühring” biraz ağır kalmakla beraber buna çok yardımcı oldu.

Sonra 1970 yıllarında Türkiye’de ne kadar sol yayın, gazete ve dergi varsa neredeyse hepsini bir yerlerden bulup buluşturup okudum. Ant yayınları ve Dergisi, Sol Yayınları, Aydınlıklar; İşçi-Köylü, Devrim vb…

1969 yılının Kasım ayından 1972 Haziran’ında tutuklanıncaya kadar iki buçuk yıl Erzurum’da yayınlanan tek sol eğilimli gazete olan DEVRİM’ neredeyse günlük yazılar yazdığımı belirteyim.

Gazete CHP’li bir Avukata aitti ama Erzurum Üniversitesi ve Eğitim Enstitüsü dahil bütün solcu gençliğin de gelip gittiği; bir şeyler katmaya çalıştığı bir yerdi.

Bir vesileyle yazdığım gibi -Doğu ile Batı arasındaki gelişme farkının aslında etnik bir temeli olduğunu, KÜRT SORUNU olduğunu İsmail Beşikçi Hoca’nın “Doğu Anadolu’nun Düzeni” kitabını okuyarak, “evet bu doğru bir çizgi olmalı” demiştim ama Kürt/Kürdistan sorunuyla gerçekten karşılaşmam, Kemalist devletin eleştirisi, ülkemizin sosyal ve tarihsel gerçeklerinin bambaşka bir düzlemde olduğunu 1972-73 DİYARBAKIR ASKERİ CEZAEVİNDE öğrenmek nasıp oldu.

Orada hem sosyalizmin klasik teorik metinlerini daha bilinçli irdeleme, hem de Kürdistan sorununu kavrama bakımından DDKO / Ocak Komünü gerçek bir siyaset akademisi işlevi gördü… Yaşım 17 idi…

Buradan sonrasını uzatmayayım…

Bilimsel sosyalizm, bana sorduğum bütün soruların cevabını vermedi ama soruları nereye soracağımı, cevaplarını nasıl alacağımı, onları nasıl bir eylem-değiştirme aracı olarak kullanabileceğimin yollarını gösterdi.

Ezenin, ezilenin olmadığı; sömürünün, savaşların, adaletsizliklerin olmadığı bir dünya için, sömürü sistemlerinin çözümlenmesi gerekiyordu. Emperyalist-Kapitalist sistemin işleyiş kuralları ve eleştirisi yapılmış; nasıl bir alternatif düzen inşa edilebileceğine dair sosyalizm teorileri yapılmıştı.

Ben sosyalizmi bu bakımdan hiçbir zaman DOĞMALAR ve TABULAR yığını olarak görmedim.

Hem evreninin nasıl işlediği, hem insanlığın evrimleştiği, hem toplumsal yapıların nasıl işlediğiyle-değiştiğiyle ilgili bilgiler tarihsel bir süreç içinde ve metodolojik olarak kavranabilirdi. Bu bilgiler değişmeye yenilenmeye açıktır ve zorunludur da. Bu bilgiler sayesinde hem içinde yaşadığımız evreni ve toplumu anlamaya hem de değiştirmeye ilişkin olanakları bulabiliriz. Bu da gelişmeye açıktır ve zorunludur.

Dolayısıyla zaten “şu ustalar şunu demiş, onun üzerine de zaten başka bir şey denemez” anlayışına hiç kapılmadım. Ustalar zaten bir yolu açıyorlardı, bir konaklama ve çökme yeri değil. Sosyalizm adına yapılan her türlü yanlış ve doğru eleştiriye açık olmalıydı.

Bu nedenle Marksizm’e de Leninizm’e de eleştirel bakmak önemliydi. İdeolojiler, programlar, partiler, örgütler, önderler hepsi sonuçta kendileri bir AMAÇ değil. bir araç bir yoldur; insanlığın total olarak kurtuluşuna -sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız bir dünyaya- giden yoldaki araçlar…

Sosyalist düşünce ve mücadele SSCB’den önce de vardı, şimdi de var… Sosyalist inşanın olumlu-olumsuz deneyimleri elbette çok önemli. Enerji kaybolmayıp dönüştüğü gibi, yapılmış olan olumlu-olumsuz deneyimler de bir engel veya kolaylaştırıcı olarak önümüze çıkıyorlar.

Dünyadaki ezilen ulusların, halkların, kimliklerin kurtuluş mücadelesi de kendi özgün sorunlarının hem adım adım, hem de kökten çözülüşünü kendi içinde barındırarak ilerler.

Eskiden çok farkında olmadığımız ama artık daha çok bilinçlendiğimiz başka bir yığın başlık sayabiliriz. Bunların çoğu “sosyalizmin temel çelişkiyi çözmesiyle bunlar da ortadan kalkar” diye bildiğimiz ama aslında her birisinin kendisine özgü tarihsel-sosyal kökleri bulunan ve çözümleri farklı olması gereken konulardı.

Bugün halen “bilimsel sosyalist” kalma iddiasındayım: Çünkü toplumsal, siyasal, sorunları anlamak, analiz etmek; çözüm yolları üretip tartışmak ve yeniden sorgulayıp aşmak için daha iyi bir yol ve yöntem henüz bilmiyorum.

Recep MARAŞLI
Latest posts by Recep MARAŞLI (see all)