Doğu-Batı sorunsalı

Osmanlı döneminde batılılaşma çabaları sanıldığı gibi devlet ve toplum hayatında radikal değişim/dönüşüm amacıyla yapılmadı. Osmanlı feodal dar görüşlülüğü ve devletin Doğulu gelenekleri İmparatorluğun Avrupa’daki gerilemesini sadece askeri başarısızlıklarda aramaya yöneltti. Bu nedenle Batılılaşma çabaları ilk planda Batının askeri üstünlüğüne karşı ordunun yeniden düzenlenmesi şeklinde oldu. Bu askeri bakış tarzı, güçlü ve modern bir ordu ile Osmanlı devletinin bekasının sağlanabileceği tezine dayanıyordu. Bu doğrultuda yapılan her şey, sonunda devlete otoriter ve militer bir karakter kazandırdı.

Padişah 3. Selim döneminde başlayan Batılılaşma çabaları 2. Mahmut’la devam etti. 2. Mahmut, Petersburg’da Osmanlı elçisi olan damadı Halil Rıfat Paşa’nın, “Padişahım eğer Avrupa’ya benzemezsek, Asya’ya çekilmeye mecbur kalırız” önerisini dikkate alarak Batılılaşma çabalarını hızlandırdı. Bu süreçte giderek “Batılı olmak” ya da “Doğulu kalmak” ikilemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun devlet ve toplum hayatında bir beka sorunu haline geldi. Siyasal ve toplumsal hayatın ideolojik saflaşmaları bu temelde ortaya çıktı ve günümüze kadar devam etti.

Bu konudaki ayrışma ve saflaşma İttihat ve Terakki döneminde ve onun devamı olan Cumhuriyet dönemi boyunca devam etti. Kemalist dönemin kılık kıyafetten Latin alfabesine kadar birçok konuda başlattığı Batılılaşma çabaları, ulusal, sınıfsal, cinsel, kültürel ve inançsal düzeylerde çok yönlü çatışmaya yol açtı. Teknik eleman yetiştirmek için Almanya’ya, diplomat yetiştirmek için Fransa’ya devlet bursuyla öğrenci gönderildi. 1960’lı yıllarda Almanya’ya ucuz işgücü olarak işçi göçü başlatıldı. Amerikan tarzı burjuva yaşam unsurları toplumun gözeneklerine kadar sokularak, Mezopotamya ve Anadolu halklarının tarihsel, sosyal, siyasal, kültürel ve inançsal öznitelikleri yok edilmeye çalışıldı.

Bütün bu dönem boyunca aslında Batılılaşmaya karşı önemli bir karşı duruş, “yapılanları geriye dönüştürme çabası” devlet ve toplum hayatını temelinden etkileyebilecek bir tarzda gelişmedi. Batılılaşmayı Türkiye’nin geleceğinin “olmazsa olmazı” olarak görenler, “Avrupai olan her şeyin iyi olduğu” anlayışını bir ulusal politika haline getirdi. Bu anlayış giderek her şeyi belirledi. Egemen ulusu ve devlete dayalı “milli ve laik” anlayışın etkin olduğu Cumhuriyet dönemi boyunca devlet laikliği ile bu laikliğe karşı duruş ilericilik-gericilik kavgasına dönüştü.

2.Emperyalist Yeniden Paylaşım Savaşı’ndan oluşan yenidünya koşullarında Türkiye, her şeyi ile batılılaştı. Savaştan sonra kapitalist-emperyalist sistemin liderliğini eline geçiren ABD’nin yanında yerini alan Türkiye, NATO’ya girdi ve Sovyetler Birliği’ne karşı kurulan bu askeri örgüt Türkiye’nin ulusal politikasının bir parçası haline geldi. Batının askeri, siyasi, ekonomik, kültürel vb tüm örgütlerine girdi ve bu tutumunu da ulusal çıkarlar için bir marifet saydı. Birçok uluslararası ve ikili anlaşma, TBMM’nin onayına sunulmadan kabul edildi ve bu durum iktidarların çabalarıyla toplumda da kabul gördü. Bu siyasal ve kültürel dönüşüme karşı ne mecliste ve ne de halkta bir tepki ve bir sosyal muhalefet olmadı.

Sonraki dönemde emperyalizmle işbirliği halindeki tekelci sermaye, büyük toprak sahipleri ve ordu arasında oluşan oligarşik yapı tarafından Türkiye’nin geleceği Batının, Avrupa’nın, ABD’nin çıkarlarıyla özdeşleştirildi. ABD’nin ve NATO’nun uluslararası güvenlik stratejileri Türkiye’nin askeri ve siyasi konseptlerini belirledi. Bu nedenle Emperyalizme, AB’ye, ABD’ye, NATO’ya karşı olan ilericilere, yurtseverlere, devrimcilere ve demokratlara ağır bedeller ödetildi ve ödetilmeye devam ediliyor.

Devletin tüm otoriter ve militer geleneklerini devam ettiren AKP iktidarının emperyalistler arasındaki çatlaklardan yararlanarak kitlelerin gözünü boyayan çeşitli siyasi manevralar yapması bu gerçeği değiştirmiyor. Asıl sorun batı ya da doğu arasında tercih yapılması değil, Türkiye’nin demokratik geleceği için devrim, demokrasi ve sosyalizm mücadelesidir.