Devrimin güncelliğine inanmak ve genç ölmek

Devrimci yaşam bir canlı organizma gibi düşünülebilir. Doğan, büyüyen, gelişen ve giderek artan tecrübeye sahip olan bir yaşam tarzından; bu hayatın çocukluk, gençlik, olgunluk dönemlerinden, zaaflarından ve hastalıklarından söz edilebilir.

Bu nedenle örgütsel faaliyetin sürekliliğinin ve siyasal faaliyetin kesintisizliğinin belirleyici olduğu bir devrimci faaliyet, her devrimcinin yaşamında tarihsel bir önem kazanır.

Bir devrimcinin yaşam süresi ve kapasitesiyle de ilgili olan böyle tarihsel süreçler, devrimcilerin gençlikten olgunluğa doğru ilerlemesi, giderek en verimli çağına ulaşması, yaşadıklarından dersler çıkararak kendini yenilemesi ve harekete değerli katkılar sunması anlamına gelir.

Devrimcilik bir yaşam tarzıdır. Devrimci gibi düşünmek yeterli değil, aynı zamanda devrimci gibi yaşamak gerekir. Devrimci yaşam kuşkusuz örgütlü bir yaşamdır. O anda varolan, devrim ve sosyalizm mücadelesinin belirli aşamasında geçerli ve gerekli olan bir yaşam biçimidir. Bu, insanlara dışarıdan dayatılan veya hobilere dönüşen bir şey değil, isteyerek, bilerek, bilinçli bir seçimdir.

Bir devrimcinin yetişmesinde önemli olan bazı unsurların, sözgelimi aile yapısı, yetiştiği çevre, eğitimi, kişiliği, etkilendiği kişi ve kurumlar vb. olgular önemlidir.

Mücadele tarihinde iz bırakan bir devrimcinin yaşamı sözkonusu olduğunda ise, nasıl devrimci olduğu ve kimlerden etkilendiği, kendi kulvarında nasıl yürüdüğü, hangi yol ayrımlarından geçtiği ve ondan geriye (teorik ve pratik anlamda) nelerin kaldığı vb. irdelenmelidir.

Böyle sorulara verilecek yanıtlarla yapılacak çözümlemeler, bir devrimcinin tarihsel olarak sonraki kuşaklara bıraktığı “devrimci aklın” ayak izlerini sonraki kuşaklara aktarmak anlamına gelir.

Devrimcilerin kişiliğinden gelen nitelikleri ve önderlik yetenekleri, eğer kendilerini geliştirmeye uygun bir ortam olursa anlam kazanabilir. Bu nedenle önyargılardan ve duygusal yaklaşımlardan uzak olmak ve tarihsel olguları ön plana çıkarmak gerekir.

6 Mayıs’ta idam edilen Deniz, Hüseyin ve Yusuf ile 30 Mart’ta Kızıldere’de katledilenler, içinde yaşadıkları ortamı kişisel yetenekleriyle bütünleştiren o dönemin devrimci önderlerdi. Bu devrimci önderlerin en dikkat çeken özellikleri, sözlerinin ve eyleminin birbiriyle tutarlı olmasıydı.

Onlar devrimci gibi düşünmekle yetinmemişler ve aynı zamanda bir devrimci gibi yaşamışlardı. Lenin’in “devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz” ilkesini herkesten daha çok benimsemişler ve devrimin güncelliğine inanmışlardı.

Deniz, Mahir ve İbrahim ve onun gibi başka önder devrimcilerin yaşama bakış açılarını ve kendi konumlarını anlayabilmek için o kuşağın bugünkünden farklılıklarını hatırlamak gerekir. Bu kuşağın devrimcilerinin halkla, sınıfla, ideoloji ve politikayla ilişkileri son derece sıkı ve tutarlıydı. Kitlelerle organik bağları vardı ve onlardan sürekli olarak etkileniyorlardı.

Çünkü onlar, toplumu/düzeni radikal tarzda değiştirmeye çalışan çok yönlü ve öncü devrimcilerdi. Ütopyalarına sıkı sıkıya bağlıydılar. Devrim ve sosyalizm idealleri onlar için vazgeçilmezdi. Yaptıklarıyla böbürlenmeyen, kendilerin yüceltmeyen, halkın ve kitlelerin masumiyetine inanan, insana ve insan ilişkilerine dair her şeye duyarlı olan genç devrimcilerdi. Onlar dayanışmacı, paylaşımcı ve öncü devrimciler olarak, kendilerini devrime adamış romantik devrimcilerdi

Deniz Gezmiş, yakalandıktan sonra İçişleri Bakanı’yla basın önündeki diyalogunda ‘Ben THKO kumandanı değil, neferiyim’ demişti. ‘Nereye gidiyordunuz?’ sorusuna da ‘Devrime…” diye yanıtlamıştı. “Devrim o tarafta mı? sorusuna da, ‘Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur, her taraftan gelir’ demişti.

Deniz, bir eylem adamıydı. Bunu her fırsatta kendisi söylerdi. Eğitim ve kültür birikimi buna uygun olmasına rağmen, ‘teorisyen’ olmayı değil, devrimci bir ‘pratisyen’ olmaya karar vermişti.

O zamanlar gençlik içinde tartışma konusu olan devrimci yaşam ve devrimci eylemin diyalektik birliği ilişkisine özel bir önem veren ve sürekli eylem için yerinde duramayan devrimcilerdendi.

Deniz, devrimin güncelliğine herkesten daha çok inanmıştı. Günlük yaşamının her anını devrimci bir görev olarak algılar ve ona göre davranırdı. Kısa hayatı sürekli eylem içinde geçmiş ve polisle başı dertten kurtulamamıştı.

Türkiye’de genç bir devrimci olmak, neredeyse ‘genç ölmekle’ özdeşleşmiştir. Deniz, tarihsel mirasın taşıyıcısı olarak bunun en iyi örneğini vermiştir.

Deniz’in idam sehpasındaki son sözleri ve babasına yazdığı kısa mektup devrim ve sosyalizm mücadelesi için tarihi bir manifesto niteliğindedir. Deniz bu mektubunda şöyle yazmıştı:

‘Bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum, insanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler, önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın, oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunda da bu olduğunu biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye’de yaşayan Kürt ve Türk halklarının da anlayacağına inanıyorum… Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum… Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi, abimi, kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarım.’

Deniz’in idam sehpasındaki son sözleri ise, sayfalar dolusu teorik yazıdan daha anlaşılır, daha net ve daha devrimci şiarları içeriyordu. Onun ölüm anını bekleyen oligarşinin temsilcilerinin gözlerinin içine bakarak şöyle haykırmıştı:

‘Yaşasın tam bağımsız Türkiye!

Yaşasın Marksizm-Leninizm!

Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!

Yaşasın işçiler, köylüler!

Kahrolsun Emperyalizm!..’

Bu devrimci şiarların toplumsal meşruiyet kazanmasını, Deniz’in bu tavrına borçlu olduğumuzu unutmadan, yazıyı K. Marks’ın Feuerbach Üzerine 8. Tez’i ile bitirmek istiyorum:

‘Her toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi gizemciliğe saptıran bütün giz’ler, ussal çözümlerini, insan pratiğinde ve bu pratiğin kavranmasında bulur.’

Şaban İBA
Latest posts by Şaban İBA (see all)