Bipolar Nedir, Ne değildir?

Bugün 30 Mart Dünya Bipolar Günü. Yurdum insanının çoğunluğu bipolar sözcüğüyle ilk kez Nurseli İdiz’in itirafı ile sansasyonal bir şekilde karşılaştı. Ardından otobüsteki şortlu kıza uçan tekme atan deyyus bipolar olduğu gerekçesiyle serbest bırakılınca… İlkinde bipolarlığı bohem hayata dair bir lüks gibi algıladı, ikincisinde tehlikeli bir delilik türü olarak…

Bugün ise ne kadar tırışkadan nağme dizi varsa hepsine şiddet eğilimli ve tehlikeli bir tip sokuşturup, adına da bipolar diyerek kamuoyunu yanlış bir algı bombardımanına tutuyor birileri.

Bir bipolardır gidiyor ama bu çarpık manipülasyon ve algıların hiçbirinin gerçekle uzak yakın ilgisi yok.

Yıllardır özellikle bipolar yakınlarında farkındalık yaratmak ve bu farkındalık sayesinde bipolarların yaşamlarında bir nebze olsun alan açabilmek, acılarını biraz olsun hafifletebilmek için kendimi deşifre etmek pahasına yazılar yazarım.

Bugün de o yazılarımdan birini günümüz vesilesiyle burada yayınlamak istiyorum. Belki bir yerlerde bir kelebek etkisi yaratır; belki bir bipoların intiharını erteler ya da durdururum sözlerimle, kim bilir.

Bilenler biliyordur zaten fakat bu kavramla ilk kez karşılaşanlar için öncelikle bipolarlığın ne olduğuna, daha da önemlisi ne olmadığına dair bilgi vererek girmek istiyorum konuya.

Bipolar, ‘iki uçlu duygu durum bozukluğu’ anlamına gelen psikiyatrik bir ‘farklılıktır’.

Bipolarları ben Nesimî’nin muhteşem dizelerinden esinlenerek:

  • “kâh çıkarız gökyüzüne seyrederiz çoşkuyla âlemî, kâh çakılırız yeryüzüne, seyreder alayla âlem bizi,” şeklinde anlatırım kendimce.

Yani ki biz bipolarların duygularının ortası yoktur. Mutluluğumuzu da mutsuzluğumuzu da öfkemizi de şefkatimizi de acımızı da sevincimizi de aşkımızı da sevgimizi de cesaretimizi de tepkimizi de tutkumuzu da isyanımızı da, insana dair ne kadar hal varsa hepsini de çok uçlarda yaşarız. Ve bir uçtan öteki uca geçmemiz an meselesidir.

Duygularımızı ve bir uçtan diğerine savrulmamızı standart insanların çok kolay bir şekilde başardığı gibi ne kontrol edebilir, ne de sınırlayabiliriz. Ve tabii ki bu sıra dışı ritm, öncelikle bizim için ve doğal olarak zaman zaman da bizimle yaşayan ‘normal’ insanlar için son derece acı verici ve yıpratıcı olabilir.

Her ne kadar klasik psikiyatri bize ‘hasta’ demeyi tercih etse de, sözcüğün kavramsal olarak karşılığında da açıkça görüldüğü üzere bu bir ‘akıl’ eksikliği sorunu değil, ‘farklı akıl ve farklı duygu’ sorunudur. Ve bizler de ‘hasta’ değil ‘algıları ve duygusal ritmleri standart dışı’ olan ‘farklı’ insanlarız sadece. Modern psikiyatride bazı özgün psikiyatrlar da artık bize hasta değil, “beyin yapısı, nöronları farklı insan” demeyi tercih ediyor.

Aristoteles, olağanüstü bütün kişilerin melankolik olduğunu söyler. Aristoteles’ten bayrağı devralan Ficino kalıcı bir tanımlama getirerek, “melankolik kişi en yüksek düşüncelere diğerlerinden daha iyi ulaşan kişidir,” der. Platon, klinik delilik ile yaratıcı deliliği birbirinden ayırır ve yaratıcı deliliği sanatsal ya da düşünsel yaratıcılığın tek koşulu olarak kabul eder. İnsanın tinselliği, çektiği acılarla doğru orantılıdır ona göre… Başta Einstein, Van Gogh, Nietzsche v.s. olmak üzere felsefede, siyasette, şiirde, bütün sanatlarda bütün sıra dışı insanlar bariz bipolardır. Ne kadar yazar, bilim insanı, düşünür varsa neredeyse tamamına yakını bizlerin arasından çıkar. Bu gerçeklik de, Michel Foucault’nun Deliliğin Tarihi’nde işaret ettiği “ruh sağlığını insanları verimli çalıştırabilmek için bir araç olarak değerlendirmeye özgülü kapitalist sistem”in diliyle konuşan klasik psikiyatri ne derse desin, bu durumun bir ‘hastalık’ olmadığının kesin ve net göstergesidir zaten.

Farklı akıl!

Farklı duygu!

Haa tabii çoğunluğu oluşturan sözde ‘normal’ insanlarınkinden çok farklı çalışan bilişsel sistemimiz ve algımız nedeniyle onların duygusal ritmlerinden çok farklı bir ritmle geçirmek zorunda kaldığımız aritmik hayatın yol açtığı acı ve umutsuzluğun zamanla bizde özellikle fiziksel hasarlara ve yoğun bir intihar eğilimine yol açtığı ve bu durumun da sonuç itibariyle ‘hastalık’ olarak nitelendirilebileceği inkâr edilemez bir olgu ise de, burada kullanılan tüm kavramlar gibi ‘hastalık’ kavramının da ilk çağrışımlarıyla değil, çok daha komplike bir bakış açısıyla irdelenmesi gerekir:

Hasta kimdir? Neye göre, kime göre belirlenir?

Normal nedir? Anormal nedir?

Bu kavramların karşılıklarını belirlerken baz alınan kriterler nelerdir?

Bu kriterler ne kadar âdilane, ne kadar saf bir dürüstlükle ve ne kadar kapitalist düzenin tuzaklarından arınmış idealize bir yaklaşımla belirlenmektedir?

Hepimiz de gayet iyi biliyoruz ki bu soruların halihazırdaki yanıtlarının hepsi kapitalizmin çarklarının en iyi şekilde işlemesi hedeflenerek, son derece kötücül arka plânlarla tespit edilmiştir. O yüzden geçelim bunları ve gerçekle göz göze gelme cesaretini gösterelim.

Biz hasta değiliz, farklıyız! Asıl hasta olan, toplum mühendislerinin sistemin devamı için olabilecek en çarpık bir biçimde şekillendirdiği yozlaşmış toplumdur, o kadar net!

Evet, biz hasta değil farklıyız dedim fakat bu farklılık öyle bir farklılıktır ki, bizim içinde yaşadığımız aile ve sosyal çevre tarafından en az ağır bir kanser hastasının ya da fiziksel engelli bir bireyin gördüğü kadar ihtimam görmemizi gerektiren çok özel bir farklılıktır ne yazık ki.

Tabii ki bizi sevdiğini iddia eden insanlar, şayet bizim hayatta kalmamızı istiyorlarsa…

Şuradan pay biçin ki, bizimki kadar vahşi bir hukuk sisteminde bile malülen emeklilik hakkı tanınan durumlardan biridir bipolar olma hali.

Bize özen gösterdiniz gösterdiniz, aksi takdirde biz arkamıza bakmadan çeker gideriz! Duyarlılığımız o kadar yüksektir ki, bazen o özeni görsek bile dünyanın bu korkunç haline dayanamayıp gittiğimiz olur; ama öbür türlü hiç duramayız.

Çoğumuz yüksek empati yeteneğimiz, âdeta evrenin iniltisini duymamıza yol açan dayanılmaz duyarlılığımız ve bu farklılığımız yüzünden ailemiz de dahil olmak üzere her yerde en kolaya kaçılarak ‘dengesiz’ olarak nitelendirilmemiz ve ötelenmemiz nedeniyle o kadar derin bir acı hissederek sürdürürüz ki şu âhir ömrümüzü, intiharı daima yedeğimizde tutarız. Yargılayın ya da yargılamayın intihar, bu işkence tezgâhından kurtuluş için tek güvencemizdir bizim.

Ve örneğin çoğunuzun en azından isimlerini bildiğinden emin olduğum ünlü bipolarlar Virginia Woolf, Sylvia Plath, Nilgün Marmara, Robin Williams gibi öyle beklemediğiniz bir anda çeker gideriz ki ipimizi, inanamazsınız.

Yapılan birçok istatistiksel çalışma göstermiştir ki, bipolarların intiharla ölüm oranı, insanların kanserden ölüm oranından bile daha yüksektir. Benim gibi çocuğu ya da yaşamak için onun bakımına muhtaç bir aile yakını olması v.s. gibi hayatî sebeplerle çekip gidemeyenlerimiz ise gözünüzün önünde öyle bir acı çekeriz ki, neredeyse keşke ölse de kurtulsa-k dersiniz.

Evet, başta da söylediğim gibi, bu yazıyı öncelikle bipolar yakınları için yazıyorum. Ve onlara diyorum ki:

Bir bipolarınız varsa ve onun yanınızda kalmasını istiyorsanız, onu koşulsuz, olduğu gibi seviniz ve bağrınıza basınız! O acının, empatinin, duyarlılığın vücut bulmuş halidir!

Bir bipolar olarak geçirdiğim şu sonsuz bir kederle, sayısız intihar girişimi ve umutsuzlukla dolu koskoca ömrüm boyunca içimi paramparça eden öyle gözlemlerim oldu ki…

Kanser hastası ya da felçli çocukları olan aileler, sevgililer gördüm örneğin; onların üzerine titriyor, yanlarında yapılmaması gereken şeyleri asla yapmıyorlardı. Kanser hastasının yanında kesinlikle sigara içmiyor, felçli olanın altından alırken asla gocunmuyorlardı misal… Onların yanında kullanacakları her sözcüğü özenle seçiyor, onları incitecek hiçbir şey söylememeye ya da yapmamaya en azından azamî özen gösteriyorlardı.

Oysa bizim ailelerimiz ve sözde sevenlerimiz yani bir bipoları olan insanlar ise öyle mi ya! Bizim adımız daima kestirmeden ‘dengesiz’dir onlar için.

Neden?

Çünkü insanlar hasarı, kanı, travmayı somut olarak görmek isterler!

Tanrı hariç, nesnel olarak görmedikleri hiçbir şeyin varlığına inanmazlar!

Ve bizdeki hasar da, kan ağlayan içimiz de, içinde yaşamak zorunda olduğumuz ve asla uyum sağlayamadığımız canî toplumun ve ikiyüzlü insan ilişkilerinin ruhumuzda yarattığı dayanılmaz travmalar da görünmezdir.

Normal koşullar altında o kadar akıllıyızdır, o kadar farkında, o kadar bilinçliyizdir ki, yapamadığımız her şeyi, yapmak istemediğimiz için yapmadığımızı zannederler. Okullarımızı bitirmek istemediğimiz için bitirmediğimizi, işlerimizde tembel olduğumuz için tutunamadığımızı, dostluklarımızı bağlanma sorunumuz olduğu için yürütemediğimizi, aşklarımızı ayrangönüllü olduğumuz için sürdüremediğimizi ya da büyük aşklarımızın ve bağlılıklarımızın saplantılarımızdan kaynaklandığını zannederler. Bizim lüks yapan şımarıklar olduğumuzu düşünürler.

Böyle düşünmek kolaylarına gelir!

Oysa ki….

Oysa ki gerçek, şayet içimizi somut olarak görme şansları olsaydı dayanamayacakları kadar acıdır.

Bu noktada, yıllar önce yazdığım ve bipolarların dünyasında bir manifesto olan ‘HERKESİN ÖTEKİSİ BİPOLAR’ başlıklı yazımdan bir pasaj alıntılayacağım; çünkü bunların ötesinde kurabileceğim yeni bir cümlem yok bizi tanımlayacak:

“Bipolar herkesin ötekisidir! Ve şu zalim dünyada ötekisi olmadığınız tek bir insanınız bile olmadan yaşamak, her gün ölmektir.

Yeri gelip yaralı bir caniye bile sırf insan olduğu için merhamet gösterilebildiği ve elbette ki gösterilmesi de gerektiği dünyada, duygu durumlarındaki anî iniş çıkışlar nedeniyle, o iniş çıkışların ne denli ölümcül acılar verdiğini bilseler bile asla umursamayan normal(?) insanlar tarafından en kolaya kaçılarak dengesizlikle yaftalandıkları için yakınları da dahil hiç kimsenin acımadığı kimsesizlerdir bipolarlar.

Bir parça şefkatle en azından intihar etmelerinin önüne geçilebilecekken, iyi günlerinde hayal güçlerinden ve tutkuyla, aşkla dolu kalplerinden alınabilecek her türlü mutluluk alınan ama düştüklerinde sanki onlara o mutlulukları yaşatan aynı kişi değilmiş gibi, sanki vebalılarmış gibi bucak bucak kaçılan, ufacık bir desteğin bile akıl almaz bir vahşetle esirgendiği zavallılardır bipolarlar

Bipolar sizin yüreğinizin, vicdanınızın, aşkınızın, sevginizin, vefanızın, bipolar sizin devrimciliğinizin, insanlığınızın turnusol kâğıdıdır.

Bipolar olarak yaşamak, filistin askısında çürümektir.

Bipolar kanamalı bir hastadır hiç kimsenin kan bağışı yapmadığı.

Bipolar dinmeyen bir çığlıktır, desibelinin şiddetinden dolayı kimsenin duymadığı.

Bipolar, dünyanın bütün tecavüzlerinin, çığlıklarının, cinayetlerinin, savaşlarının, soykırımlarının ve yalanlarının acısından geçerek tamamlanmış insandır.

Bipolar, ötekidir.

Bipolar, ‘görkemli kaybeden’dir.

Bipolar sizin aynanızdır, kendinizle göz göze gelmemek için intihar ettirdiğiniz…”

Yani, özcesi size diyorum ki sevgili bipolar yakınları, bipolarlarınıza iyi bakın! Onlar size evrenin emanetleridir! Çünkü onlar, insanın belki birkaç yüzyıl sonra varacağı evrilmiş halin prototipleri olarak aranıza düşmüş olan geleceğin insanlarıdır.

Evet, belki hepsinin benim gibi sanatsal bir üretime yönelerek kendini ifade etme kanalı yaratma şansı olamadığı için bazıları bu acıyı çok sert yaşamak ve etraflarını belki kasten yıpratmak yolunu seçmeye mecbur kalsalar bile, ya da tam tersi, içlerine kapanıp kendilerini ve sizi kahretme yoluna gitseler de, şundan emin olun ki bu davranışlarının nedeni hissettikleri derin acı, çaresizlik ve çevrelerini sarmalayan uçsuz bucaksız duyarsızlığın yarattığı dayanılmaz umutsuzluk duygusudur.

Nasıl ki bir fiziksel hastanız olsa ona bütün sevecenliğinizle bakacak iseniz, bipolarınıza da aynı sevecenlikle, hatta daha fazlasıyla sarılın. Çünkü o bir hasta değil, çok daha ötesi! O ACI!

Ve acının tek ilacı vardır: SEVGİ!

Saygıyla destekli koşulsuz, beklentisiz, her şeye rağmen SEVGİ!

Lütfen bu yazıyı okuduktan sonra ona artık başka bir gözle bakınız. Çünkü zannettiğinizin aksine ondan öğreneceğiniz çok şey var.

En basiti şöyle düşünseniz bile yeter, dünyanın çoğunluğunu oluşturan sözde normaller matah insanlar olsaydı dünya bu kadar aşağılık bir yer olur muydu?

Evet, dünyayı bipolarlar oluşturmuyor ve dünya pek kirli bir yer! Ve şayet kanalizasyon, kan ve irin kokusundan boğulduğunuz bu nefret dolu cehennemin içinde biraz olsun nefes almanızı, en bunaldığınız noktada sarılarak güç bulmanızı sağlayan kitaplar, resimler, şarkılar, şiirler, romanlar, felsefî fikirler varsa, onların çoğunu bipolarlara borçlusunuz.

Şayet bir bipolara sahipseniz, bu size hayatın bir cezası değil bir ödülüdür belki. Bir bipolarınız varsa, belki insanlığın onlara olan borcunu ödeme fırsatı bulan şanslı kişilerden birisiniz demektir, bir de böyle düşünün.

Lütfen bu şansı çok zor bile olsa iyi kullanmaya çalışın ve bipolarınızı pamuklara sarın. Onunla birlikte insanlaşın.

Emin olun, şayet bir anda kendi ipini çeker giderse çok üzülürsünüz.

Saygı ve sevgilerimle.

İmza: Bir bipolar.

Rabia MİNE
Latest posts by Rabia MİNE (see all)