Astroloji Neden bir Sözdebilimdir?

Astroloji Neden bir Sözdebilimdir? Astroloji günümüz modern toplumlarında hemen hemen her bireyin medya aracılığıyla sürekli olarak maruz kaldığı bir sözdebilimdir. Babil, Çin ve Amerika medeniyetlerinde bağımsız olarak ortaya çıkmış (Jerome, 2009), yükselişler ve düşüşlerle dolu bir tarihten sonra, 1930’larda gazeteler yoluyla tekrar popülarite kazanarak geniş kitlelere hitap etme şansını bulmuş (Christiansen, 1962), tarihsel kökene sahip bir inançlar ve uygulamalar grubudur. Uygulayıcıları kendilerini astrolog sıfatıyla tanımlarlar ve Güneş Sistemi’ndeki hareketlerin toplumlar ve bireylerin yaşantıları ve kaderleri hakkında bilgi verebileceğini, bu hareketlerin yorumlanmasıyla hayatın her alanı için birtakım öngörülerde bulunulabileceğini öne sürerler. Gökyüzü haritaları aracılığıyla hem geçmişe dair hem de geleceğe yönelik post hoc ve ad hoc argümanlar üretirler[1]

Çoğu bilim felsefecisi astrolojinin bir sözdebilim olduğu konusunda mutabıktırlar ancak hangi nedenlerle bir sözdebilim olarak kabul edileceğine yönelik açıklamaları farklılık arz eder. Popper’a (2002) göre astroloji test edilebilir ve yanlışlanabilir argümanlara sahip olmadığından bir bilim dalı olarak kabul edilemez. Örneğin “Mars şiddet ve saldırganlığın, Venüs ise güzelliğin temsilcisidir” türünden bir argüman test edilebilir ve dolayısıyla da yanlışlanabilir bir argüman değildir. Bazı düşünürler astrolojinin de yanlışlanabilir argümanlara sahip olabileceğini, bu yüzden yanlışlanabilirliğin net bir ölçüt olamayacağını söyler. Örneğin “Mars gezegeni şiddete ilişkin davranışlara neden olur” argümanı yanlışlanamaz değildir; sadece yanlıştır (Resnik, 2000); ayrıca uygun bir deney tasarımıyla sınanabilir de. Benzer şekilde, boğa burcundan olanların daha kısa ya da daha uzun boylu olduğuna yönelik bir argüman görgül araştırmalarla sınanabilir ve bu nedenle yanlışlanabilir bir argümandır. Lakin Kuhn’a göre astrolojinin bir sözdebilim olmasının nedeni ne yanlışlanabilirlik durumu ne de yanlışlanmış öngörüleridir: Astroloji bir sözdebilimdir, çünkü çözeceği bir bulmaca yoktur. Yani astroloji kendisini “normal bilime”[2] bağlayacak sorunlarla ilgilenmez (Mayo, 1996). Bok’a göre astrolojinin fiziksel bir temeli yoktur ve bu yüzden zaten bir bilim olma özelliği gösteremez (Thagard, 1978). Yani bir insanın doğduğu aya göre niçin farklı özellikleri olması gerektiği, Ay’ın ya da gezegenlerin takımyıldızlarını ziyaret etmelerinin insanlara ve toplumlara niçin iddia edilen etkilerde bulunduğu sorusunun olgusal bir yanıtı yoktur. Jerome’a (1973) göreyse astroloji insanlığa kültürel olarak pek çok şey katmış ve gözlem yöntemleri astronominin doğuşuna katkı sağlamışsa da nihayetinde büyü temellidir ve bu karakterini sürdürmeye devam ettiği için de bilim kapsamına giremez. Adorno’ya (2002) göre astrolojinin yine de onu gizlicilik ve büyücülükten ayıran bir sözde-ussallığı vardır ve bu yüzden doğrudan doğruya büyücülük olarak addedilemez, ancak hakikatte ussal da olmadığından bilim olarak kabul edilesinin imkânı yoktur.

Bunge, bilim ve sözdebilim ayrımının yanısıra ‘araştırma sahası’ ve ‘inanç sahası’ ayrımı yapmış ve dinlerin, politik ideolojilerin ve sözdebilimlerin inanç sahasında bulunduğunu belirtmiştir (Bunge, 1984). Astroloji de bir sözdebilim olarak araştırma sahasının değil inanç sahasının kapsamına girmektedir. Bunge (1984), sözdebilim topluluğunun kendilerini bilim insanları olarak tanımlayan inançlılardan oluştuğunu, bu topluluğun matematik modellerle ve mantıkla genelde ilgilenmediğini söyler. Bu topluluğun tezlerinin test edilebilir olması ve doğrulanmış bilimsel gerçeklerle uyuşması konusunda bir kaygı gütmediğini de ilave eder. Astrolojinin ‘inanç temelli’ yapısı Thagard’ın ‘benzerlik temelli düşünme’ ölçütüne uygun düşer. Mesela bir bilim insanından kızıl saçlı insanların fevrî insanlar olup olmadıklarını düşünmesi istendiğinde bilim insanı kızıl saçlı insanlardan bir örneklem oluşturup olası bir ilgileşim (korelasyon) araştırmayı düşünürken, bir astrolog kızıl rengin kan, savaş, Mars gezegeni çağrışımları üzerinden hareket eder (Thagard, 1988). Zira bu çağrışımların gerçek olduğuna inanır ve bunun için bir delile ihtiyaç duymaz. İnanç sahasının bir öğesi olması astrolojinin ortaya ilk çıktığı dönemdeki temellerine sıkı sıkıya bağlılık göstererek kendini güncellememesine neden olur. Thagard’ın öne sürdüğü üzere, astrologlar yeni bilimsel gelişmeleri dikkate almazlar ve astrolojiyi değişmez tutarlar. Bu nedenle Dünya’nın yalpalama (presesyon) döngüsü nedeniyle Güneş burcu tarihleri değişmesine rağmen aynı tarihleme sisteminden devam edilir[3].

Büyük ölçüde antik inançlara dayanan, gökyüzünü 30 derecelik 12 burca bölünme mükemmeliyetinin bozulmaması için tutulma çemberi (ekliptik) üzerinde yer alan Yılancı takımyıldızı burçlar kuşağına dahil edilmez. Daha güncel bir örnek vermek gerekirse, Güneş Sistemi’nde daha pek çok cüce gezegen keşfedilmiş olmasına rağmen pek çok astrolog kehanetlerinde sadece Plüton’u dikkate alır. Karadelikler, kuasarlar gibi görece daha yeni gökcismi türleri astrolojik analizlerde tanımsızdır. Bilimin temel işleyişi olan, hipotez oluşturulması, bu hipoteze yönelik sınamalar gerçekleştirilmesi ve hipotezin desteklenememesi ya da yanlışlanması halinde o hipotezden vazgeçilmesi veya hipotezin güncellenmesi gibi bilimsel yöntemin temel mekanizmaları astroloji için söz konusu değildir. Astrologların büyük çoğunluğu kendi hipotezleri için bu sınama sürecine girmeyi tercih etmezler. İddialarını anlamlı istatistiklerle desteklemek yerine tekil örneklerle ilerlerler.

Hipotezlerine aykırı örneklerle karşılaşıldığında hipotezi güncellemek yerine ya aykırı örneği görmezden gelirler, ya da genelde aykırı örneği dışlayacak yeni bir dayanaksız açıklama (ad hoc) yaparak hipotezi bir kutsala dönüştürür ve korurlar. Ne var ki astrologlar astrolojinin bir bilim olduğu iddiasında olduklarından kendi tezlerini doğrulayan birtakım çalışmalar yaparak yayımlamışlardır. Ancak astrologlar bu çalışmalarda kendi tezlerini doğrulayan pozitif verileri dikkate alırken negatif verileri görmezden gelmişler, bu nedenle de bilim dünyasınca kayda alınmamışlardır (Carlson, 1985).

Silverman’a (1971) göre bilimsel topluluğun astrolojiye karşı olan bu kayıtsızlığı onun yanlışlanma karşısında giderek bağışıklık kazanmasına yol açmış ve başarılı görünmesine neden olmuştur. Bazı bilim insanları bilimsel tutumun gereğini yerine getirerek, astrolojik tezlerin geçerliliğini desteklediği öne sürülen bu çalışmaların bilimsel standartlardan uzak olduklarını ortaya koymak ve astrolojik tezlerin geçersiz olduklarını göstermek adına bazısına aşağıda yer verilen bilimsel araştırmalar gerçekleştirmişlerdir Bu araştırmalardan çok ses getirenlerden biri, Shawn Carlson’un 1985 yılında sonuçlarını “astrolojiye dair bir çift kör testi ” adı altında Nature dergisinde yayımladığı deneydir (Carlson, 1985).

Bu deneyde hem katılımcılar hem de astrologlar aktif olarak rol almış, denekler kendilerine sunulan birisi kendilerine ait (deneye katılan astrologlar tarafından şahsa özel hazırlanmış), ikisi rasgele seçilmiş üç karakter yorumundan hangisinin kendilerine ait olduğunu tahmin etmeye çalışmışlardır. Astrologlarsa Kaliforniya Kişilik Envanteri (“California Personality Inventory – CPI”) aracılığıyla çıkarılan biri doğru ikisi rasgele seçilmiş üç kullanıcı profilinden birini, o an ellerinde tuttukları doğum haritasıyla eşleştirmeye çalışmışlardır. Hem deneklerin hem astrologların doğru eşleştirme başarısı şans eserinden daha yüksek çıkmamıştır. Bu deneyin tarafsızlığına yönelik birtakım eleştiriler sonrasında, iki araştırmacı bu defa deney tasarımına Indiana Astrologlar Federasyonu’ndan astrologların da katılımını sağlayarak ve bazı prosedürel değişiklikler yaparak deneyi tekrar etmiştir (McGrew & McFall, 1990).

Ne var ki bu deneyde de astrologların eşleştirme becerisi şanstan öteye gidememiştir. Dean ve Kelly, 40’dan fazla eşleştirme deneyinin verilerini bir araya getirerek meta-analiz yapmış, 700 astrolog ve 1000 deneğin verisiyle yapılan bu analiz de aynı sonucu vermiştir (Dean & Kelly, 2003).

Astrolojik argümanlar demografik verilerin incelenmesi yoluyla da sınanmıştır. Örneğin, kişilerin Zodyak burçlarının mesleki eğilimleri ve başarılarını etkilediği argümanı fizikçi John McGervey tarafından 16.000’den fazla Amerikalı bilim insanı ve 6500’e yakın politikacının burçlarını karşılaştırmak suretiyle incelenmiş ve öne çıkan bir burç tespit edilememiştir (Mayberry, 1990).

Başka bir çalışmada üniversite mezunu 10.313 kişinin meslekleri ile doğum tarihleri arasında herhangi bir anlamlı ilişki tespit edilememiştir (Tyson, 1980).

Astrologların sıklıkla değindikleri eş seçimi konusu da araştırma konusu olmuştur. 3000 evlilik ve 468 boşanma vakası incelenerek evlenen ve boşanan çiftlerin burçları analiz edilmiş, hangi burçtan insanların birbirleriyle daha iyi anlaştıkları ya da anlaşamadıklarına yönelik tüm hipotezlerin anlamsız olduğu ortaya konmuştur (Silverman, 1971).

Geoffrey Dean 27 milyon evli çifti içeren meta analiz çalışmasında da aynı sonuca ulaşmıştır (Dean, n.d.). Aynı gün ve aynı saatte doğan bebeklerin uzun yıllar boyunca periyodik olarak çeşitli kişilik testleri uygulanması ve yaşantıları hakkında birtakım veriler toplanmasına dayanan ‘zaman ikizleri’ araştırmaları da bireylerin karakteriyle hangi gün ve saatte doğmuş oldukları arasında bir bağlantı olmadığını ortaya koymuştur (Dean, 2003).

Türkiye’de gerçekleştirilen ve sonuçları internette yayımlanan bir başka araştırmada bazı astrologların 2012 yılı sonunda burçlar hakkında 2013 yılına dair bulundukları kehanetler derlenmiş ve 2013 yılı sonunda 1300’e yakın katılımcıya uygulanan anket sonuçlarıyla karşılaştırılmıştır. Araştırmaya dâhil edilen astrologların kehanetlerinin hiçbirinin gerçekleşmediği tespit edilmiştir (Uyar, 2014).

Batı literatüründe astrolojik önermelerin sınandığı daha pek çok bilimsel araştırma bulunmaktadır. Ne var ki Türkiye’de astroloji hayli popüler olmasına rağmen bilimsel açıdan yeterince ele alındığını, bu hususta yeterince kaynak üretildiğini söylemek zordur. Astroloji özelinde bilimsel kuşkucu yaklaşımla yazılmış bir adet (Uyar, 2015) ve yabancı dilde yazılıp Türkçeye çevrilmiş olan bir adet popüler bilim kitabı bulunmaktadır (Jerome, 2009).

Astroloji özelinde yazılmasa da astrolojinin bilimsel statüsünün ayrı bir bölüm olarak değerlendirildiği, Cemal Yıldırım’a (2008) ait ‘Bilimsel Düşünme Yöntemi’ gibi az sayıda kitaba rastlamak mümkündür. Akademik literatürde öğretmen adaylarının sözdebilim ve bilimi birbirinden ayırt edebilme yetkinliklerini astroloji üzerinden değerlendiren çalışmalar bulunmaktadır (Turgut et al., 2010; Turgut, 2011). Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Ulusal Tez Merkezi veri tabanı araştırıldığında bu makalenin beşinci bölümünde değerlendirilen yüksek lisans tezi dışında, astrolojinin bir popüler kültür öğesi olarak gazetecilik açısından ele alındığı bir adet yüksek lisans tezine ulaşılmaktadır (Düztepe, 2005).

Maalesef Türkiye’de akademinin astrolojiyi pek az araştırma konusu edindiği gerçeğinin yanında, akademinin astrolojiyi olumladığı, son derece kötü örnekler mevcuttur. Makalenin kalan kısmında önce astrologların bilimsel alanda ürettiği ve toplum için tehdit yaratma potansiyeline sahip söylem örnekleri ele alınacak, daha sonra da son yıllarda astrolojinin akademide kendine yer bulduğu olumsuz örnekler değerlendirilecektir.

*İstanbul Kültür Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, Türkiye


[1] Post hoc argümanlar, art arda gerçekleşen iki olay arasında herhangi bir delil göstermeden sırf öncelik ve sonralık ilişkisine dayanarak bir neden sonuç ilişkisi kuran argümanlardır (Damer, 2009). Astrologların gökyüzündeki bir takım hareketlerle yeryüzündeki olaylar arasında kurdukları neden sonuç ilişkileri bu türden argümanlardır. Ad hoc argümanlar, iki olay arasında her ne şekilde olursa olsun mutlaka bir ilişki olduğu inancına sahip birinin bu ilişkinin olmadığı ortaya konduğu zaman ürettiği kurtarıcı argümanlardır (Bennett, 2015). Astrologlar tarafından yapılan bir burç analizinin şahsınıza uymadığını beyan etmeniz halinde “aslında yükselen burcunuzun daha mühim olduğu” gibi bir argüman ad hoc argümanlara örnek verilebilir.

[2] 2 Kuhn’un (1970) “normal bilim” kavramını tanımlamak için öncelikle “paradigma” kavramı tanımlanmalıdır. Paradigma, bilimin amacı, işlevi, yöntemi, souların tü- rünü, yanıtların biçimini, teknik ve araçları, sonuçların yorumlama tarzını ve bilimsellik ölçütlerini içeren, bilimsel topluluğun kullandığı standartlar kümesidir. İşte “normal bilim” kavramı da paradigma standartları içerisinde kalan bulmaca çözme faaliyetidir (Dikeçligil, 2010). Çözülemeyen bulmacalar anomaliler doğurur, bir süre sonra kriz yaratır ve tıkandığı noktada bilimsel devrime sebebiyet verir. Kuhn astrolojiyi mevcut paradigma içerisinde hiçbir problemin çözümüyle ilgili olmamasından ötürü sözdebilim sayar (Mayo, 1996). Astrolojinin soruları ve yanıtları günümüz normal bilimi içerisinde anlamlı değildir ve mevcut paradigma içerisinde hiçbir problemin çözümüne hizmet etmemektedir. Tıpkı simyanın kurşunu altına çevirme çabasının mevcut paradigma içerisinde bir anlamı olmadığı gibi.

[3] 3 Dünya yaklaşık her 26.000 yılda bir tamamlanan topaça benzer bir yalpalama hareketi yapar. Bu yüzden gökyüzünün takvime bağlı görünümü her geçen yıl yavaş yavaş da olsa değişir. Günümüz astroloji kaynaklarında burcumuzu doğum tarihimize göre belirlemek için kullandığımız tarihler astrolojinin gelişim çağına aittir. Örneğin günümüzde 24 Ekim – 22 Kasım tarihleri arasında doğan kimseler akrep burcundan sayılırlar. Oysa bu yalpalama hareketi yüzünden Güneş artık 29 Kasım – 17 Aralık tarihleri arasında akrep burcundadır. Gelecekte daha da ileri tarihlere kayacaktır.