‘Anti-emperyalistiz’ diyen İslamcılara küçük hatırlatmalar…

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD ile yaşanan vize krizinin ardından sarf ettiği sert sözler birçok kesimde farklı biçimde yorumlandı. Özellikle AKP’ye yakın duran ya da organik olarak AKP’li olanların bu süreçteki tavırları oldukça ilginçti. Bugün AKP’nin geldiği nokta itibariyle siyasal İslamcı bir kurucu iktidar olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Siyasal İslamcılık üzerinden gidildiğinde de tarihsel ve politik bağlamda kafamızda bir hat şekillenmekte. Ancak özellikle son bir haftada tutuklamalar, vize yasakları ve beraberinde gelen karşılıklı sert söylemler adeta ‘farklı bir dünyaya’ gözlerimizi çevirmemizi istemekte. Neyden bahsediyoruz? Türkiye’nin ekseninden. Çok değil 1 ay öncesinde ABD Başkanı ile Erdoğan’ın fotoğraflarını basıp ‘Hiç bu kadar yakın olmamıştık’ diyenler bugün neredeyse Lenin’in ‘Emperyalizm: Kapitalizmin en yüksek aşaması’ kitabından pasajlar paylaşacak duruma gelmiş vaziyetteler. Bir kısım AKP yancısı da AKP’nin bu durumunu bizlere ‘sol’dan savunarak ‘Millicilikten’ dem vuruyor. Bilimsel sosyalizmin kurucularından Karl Marks’ın veciz ifadesiyle söyleyecek olursak: Görünen, gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı. Ancak AKP’nin temelini teşkil eden ve siyasal hattını gösteren siyasal İslam’ın dünyadaki ve Türkiye’deki seyri hakkında kısa bir bilgi sahibi olmak dahi ‘Görünen köyün kılavuz istemeyeceğini’ anlamak için yetecektir.

Siyasal İslam’ın tarihindeki kritik noktalar bugün geldiğimiz süreci anlamakta anahtar işlevi görecektir. Yazının kapsamı ve sınırları itibariyle geniş bir siyasal İslam okuması yapmamız mümkün değil. Şart mı, orası da tartışılır. Ancak kritik noktaları açtığımız takdirde bugün AKP’lilerin büyük şair Nazım Hikmet şiirleri paylaşmalarının içinin boşluğu da görülecektir. Yıllarca Nazım’a karşı sağcıların ve özellikle de İslamcıların parlattığı Necip Fazıl’ın Amerika sevdası da tarihsel hatırlatmanın bir parçası olacak. Kritik olay, kişi ve süreçleri dikkatli biçimde okumak emperyalizm ile siyasal İslam’ın organik ilişkisini anlamak için yetiyor. Daha açık biçimde söyleyecek olursak emperyalizmin Soğuk Savaş’tan itibaren siyasal İslam’ı nasıl kullanışlı bir aparat haline getirdiği anlaşıldığı takdirde ömrü siyasal İslamcılıkla geçenlerin antiemperyalist olacağının sanılmasının ‘soğuk’ bir şakadan ibaret olduğu da görülüyor.

NATO
Kısa adı NATO olan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, Soğuk Savaş sürecinde kapitalist dünyanın simgesi olarak askeri birlik olarak hizmet verdi. Türkiye kuruluş yıllarında yer almazken Adnan Menderes hükümeti bu örgüte girmenin yolu olarak Kore’ye asker göndermiştir. Akabinde gelişen olaylar neticesinde Türkiye 1952 yılında NATO üyesi olmuştur. Başını ABD’nin çektiği bu örgüt Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında emperyalizmin simgesi olmuştur. Milyarlarca dolarlık askeri antlaşmaların uygulanma sahası olan bu örgütü Türkiye’deki İslamcılar, kurumsal olarak eleştirmediler. Zevahiri kurtarmak adına yapılan ‘kişisel çıkışlar’ dışında NATO İslamcılar için ‘Komünizm düşmanlığının en güvenli limanı’ olmuştur.

Yeşil Kuşak projesi 
Siyasal İslam’ı emperyalizmin unsuru haline getiren projenin adı için Yeşil Kuşak Projesi tanımlaması yanlış olmayacaktır. Bu proje, ABD tarihinin en karanlık isimlerinden olan Zbigniew Brzezinski tarafından geliştirilen bir projedir. Brzezinski, ABD’de etkin olan Neo-Conservatives (Neo-Con) ekolünün de bir temsilcisiydi. ABD Başkanı Jimmy Carter’ın danışmanı olan Brzezinski’nin bu projesi 70’li yılların sonunda hayata geçirildi. Güçlü bir SSCB’ye karşı bölgesel konumları nedeniyle İslamcı örgütlerin kullanılması esas alınıyordu. SSCB’yi çevreleme ve ‘kızıl tehlike’ye karşı cihatçı grupları kullanma anlamına gelen bu proje kapsamında o dönem birçok cihatçı grup desteklendi. Cihatçılar SSCB’ye karşı adeta kalkan olarak kullanıldı.

Ortadoğu’daki Müslüman Kardeşlerden El Kaide’ye kadar ismi katliamlarla anılan birçok örgütün mayalandığı yer bu projedir.

Afganistan’dan Pakistan’a dünyada ne kadar şiddet uygulayan adı katliamlarla anılan örgüt varsa bu proje kapsamında SSCB’ye karşı desteklendi. Türkiye’deki İslamcıların da önemli bir kısmı resmen ya da gayrı resmi yollarla bu proje kapsamında ABD tarafından beslendi ve büyütüldü.

Rabıta 
Rabıta örgütünü Türkiye, Uğur Mumcu sayesinde öğrendi. Saray darbesiyle Suudi Arabistan’da 1964 yılında tahta çıkan Faysal, 1962 yılında ABD destekli Dünya İslam Birliği’ni yani Rabıta örgütünü Mekke’de kurdu. Basit bir işbirliği olmanın ötesinde dünyadaki İslamcı örgütlere yardım etmenin en kritik aracı olan bu örgütün Türkiye ayağının ilk yöneticileri AP Konya Milletvekili Ahmet Gürkan (daha sonra Türk-Suudi Arabistan Dostluk Cemiyeti başkanı olacak) ile 1977’de MSP’den milletvekili olacak ve 1980’lerde Suud sermayesinin Türkiye’ye girişine öncülük edecek Salih Özcan’dır.* 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yurtdışında görevlendirilen din adamlarının 1982’den 1984 yılına kadar aylık 1100 dolar tutarındaki maaşlarının Suudi Rabıtaat-Al İslamiye adlı örgüt tarafından ödendiği Uğur Mumcu’nun araştırmalarında yer aldı. ABD’nin finansal desteğiyle kurulan örgütün Türkiye Devleti’nin resmi imamlarının maaşlarını ödemesi meselesi ise siyasal İslamcılar nezdinde ‘sorun’ olarak addedilmedi. Öyle ki İslamcılığın 20. yüzyılda önemli isimlerinden Seyyid Kutub ölmeden önce “[Siyasal] İslam’ı Amerika kurdu” itirafında bulunmuştu.

Komünizmle Mücadele Dernekleri, Milli Türk Talebe Birliği, İlim Yayma Cemiyeti
Soğuk Savaş dönemi dahil olmak üzere Türkiye’de sağcıların örgütlendiği önemli yerler vardır. Buralar basit birer dernek olmanın ötesinde; komünizme, solculara karşı ‘savaşın en etkili alanları’ olmuşlardır. Komünizmle Mücadele Dernekleri ile Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) gibi dernekler bu oluşumların başında gelmektedir. Düne kadar iktidarın el üzerinde tuttuğu bugünün FETÖ lideri Fethullah Gülen, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin kurucuları ve örgütleyicisi arasındadır. Yine laikliğe olan takıntısı ile bilinen Meclis Başkanı İsmail Kahraman da bu oluşumların kadrolarında yetişmiştir. Başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP’nin kurucu kadrolarının tamamına yakını yine bu derneğin sıralarından geçmiştir.

İsmail Kahraman, 6. Filoya korumalık yaparken

Tarihte Kanlı Pazar diye bilinen ve bu derneklerin kadrolarının organize ettiği olay emperyalizm destekli İslamcıların sola karşı saldırılarının da simgesi olmuştur. ABD’nin 6. Filo’sunun askerlerine karşı yurtsever antiemperyalist gençler mücadele ederken bu dernekler gençlere saldırı ‘eylemleri’ örgütlemiştir. 1969’un 16 Şubatı’nda MTTB, Komünizmle Mücadele Dernekleri gibi oluşumlar, İslami değerleri savunmak adı altında 6. Filo’yu savunmuşlardı. Solcu gençlere saldırı gerçekleşirken bugünün İslamcılarının simge ismi Mehmet Şevket Eygi dönemin Bugün gazetesinde saldırı çağrısı yapıyor, İsmail Kahraman da miting kürsülerinden 6. Filo’nun korunmasını salık veriyordu. Yine dönemin İslamcılarının 6. Filo’yu kıble biçiminde alarak kıldıkları namaz da dönemin fotoğraf mahiyetindeydi. Özetle İslamcıların ABD sevgisi sol-yurtsever değerler söz konusu olduğunda hep ağır basmıştır.

Necip Fazıl Kısakürek 
İslamcıların Nazım’dan söz açıldığında karşısında vakit geçirmeden hemen koydukları isimlerin başında Necip Fazıl Kısakürek geliyor. BirGün yazarı Fatih Yaşlı’nın da belirttiği gibi ‘İslami biyopolitik ütopya’sı ile öne çıkan Kısakürek’in sol düşmanlığı, en bilinen özelliği. Elbette bir milliyetçi ve İslamcı açısından sol düşmanlığının arka planında emperyalizm sevgisi olması şaşırılacak bir olgu değil. Lakin Kısakürek’in ütopyası olan Başyücelik Devleti’nde çarpıcı uygulamaların yer aldığını da eklemek gerekiyor. Kısakürek, kuracağını varsaydığı Başyücelik Devleti’nde solculara ve muhaliflere darağaçlarını uygun görüyor. Hatta meseleyi daha da ileri götürerek Taksim’de sallandırmaktan bahsediyor. Solculara bunu uygun gören Kısakürek’in ABD konusunda söyledikleri ise sevgisinin boyutlarını gösteriyor. Oda TV’nin aktardığı bilgilere göre 80 öncesinin Büyük Doğu dergisinde bakın neler yazmış Kısakürek: Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika’nın ebedi müttefiki, Amerikalının da ‘Sen sensin, ben de ben’ tarzında dostu olmaktır.

İşte Erdoğan’ın meydanlarda referans verdiği, kindar gençlik diye dilinden düşürmediği ifadenin sahibi Kısakürek’in ABD’den anladığı: “Ebedi dostluk.”

ABD ile yaşanan krizden sonra İslamcılar eminiz ki bir arşiv taraması yapmışlardır ancak ABD’yi eleştirdiği tek bir satır bulamadıkları için Necip Fazıl’dan dizeler kullanamadılar ve onun yerine ömrü ABD ile mücadeleyle geçen solcu Nazım’dan alıntı yapmak ‘zorunda kaldılar.

Sonuç yerine
Türkiye’de ya da bölgede siyasal İslamcılığı tarif ederken emperyalizmsiz bir analiz mümkün değil. Piyasa ilişkilerinden askeri ilişkilere kadar neredeyse her alanda emperyalizm siyasal İslamcıları ihya etmiştir. Radikal gelen unsurlarını yer yer tasfiye ederken yoluna ‘ılımlıları’ ile devam etmişti. Ancak bir şekilde yol arkadaşlıkları sürmüştür. Tarihsel ilişkilerin arka planını anlatırken tüm verileri kullanmak mümkün değil ancak yukarıda 5 noktada özetlediğimiz olgular meseleyi özetleyecektir diye ümit ediyoruz. Varoluş sebebi SSCB’yi durdurmak olan antikomünizmi amentü haline getirenlerin antiemperyalist olmayacağı ise basit bir gerçeklik olarak kendini göstermektedir.

* https://www.birgun.net/haber-detay/yarim-yuzyillik-orgutlenme-rabita-nin-cocuklari-125021.html

Kayanak: BirGün Pazar