Agora ve Din ve Kan

Günümüzün çağdaş insanları olarak bizler, insanlık tarihinin sayfalarında gezindiğimizde; bu sayfalarda mürekkepten çok ‘kan’ olduğunu görürüz. Fakat sadece bir kısmımız şu an yazılmakta olan tarihin de kanla karıştırılmış mürekkep olduğunu fark eder. Sadece çok küçük bir kesimimiz; geleceğin çağdaş insanlarının, günümüzü de içine alan tarih sayfalarına baktıklarında görecekleri manzaranın değişmeyeceğini bilir.

Günümüzün kanlı tarihini bir kenara bırakıp sözü Roma İmparatorluğu’na getirmek istiyorum. Roma İmparatorluğu, belki de insanlık tarihinin en kanlı ‘eğlence’ sektörüne sahip ülkesiydi. Gladyatör dövüşlerinde, arenayı dolduran binlerce insan; birbirlerini öldürmek için çarpışan ve tek özgür oldukları yer olan arenada can veren ya da zafer kazanan ‘köleler’in döktüğü kanlarla eğlenirdi.

Peki, neden bu çeşit bir eğlenceye ihtiyaç duyulurdu?
Cevabını felsefe veriyor “Romalıların tokunun da, açının da canı sıkılırdı. Açlara, homurdanmasınlar diye, parasız ekmek dağıtılır ve eğlenmeleri için eğlenceler düzenlenirdi.”

Hikâye kulağa tanıdık geliyor dimi. Günümüz insanı da sıkılıyor ve eğlenmek istiyor. Eğlenceyi ise arenada değil, yaşamın içinde buluyor. Mekân değişiyor, ama içerik aynı. Arenayı dolduran Romalılar, birbirlerine vahşi hayvanlar gibi saldıran insanların döktüğü kanı isterken bugün olanlara seyirci olan bizler adeta ortamın ‘Kan’la doldurulmasından hoşlanıyoruz.

Kanla yazılan insanlık tarihinde, her fikir ayrılığı kan dökülme ve savaşma sebebi…
Bugün sizlerden boş vaktiniz olursa AGORA filmini izlemenizi rica ediyorum…
Alejandro Amenábar’ın yönetmenliğini üstlendiği Agora filmi de, tarihten koparılan hikâyelerin ve mitlerin, sinema dilinde dramatize edilmiş bir yansıması. Film, konusunu, İskenderiye’de yaşamış olan Hypatia adlı kadın filozof ve matematikçinin hayatının son yıllarından alıyor.
Film için tarihten alınan bir diğer motif de din ve bilim arasındaki kanlı savaş.
Hıristiyanlığa karşı büyük bir mücadele veren Roma İmparatorluğu; bir süre sonra yeni dinle savaşmanın anlamsız olduğunu fark ediyor ve dönemin Roma İmparatoru Konstantin Hıristiyan oluyor. Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğu’nun aradığı evrensel dinin ta kendisi çünkü.
Kölelik sistemindeki arızaların arttığı yıllarda kölelere ve esirlere itaat telkin eden Hıristiyanlığa Roma İmparatorluğu’nun kurtuluşu olarak bakması gayet doğal…
Bu bakış açısını Konstantin’in “İsa putperestlerin tanrılarından daha güçlü. İmparatorluğu kurtarmak için, onu İsa’nın himayesine havale etmek gerek.” Sözünden anlamak mümkün…

Din külliyen bir uyuşturucudur… Düşünmeden biat etmeyi gerektirir… Bakış açısını TEK’e indirir…

AGORA filminin ilk saatinde Hıristiyanların, Roma İmparatoru’nun da desteğini alarak toplum içerisindeki sayılarını nasıl arttırdıklarını görüyoruz. İkinci saatte ise birbirlerine karşılıklı olarak saldıran Yahudi ve Hıristiyanların yani “din’e” inananların şiddet gösterilerini izliyoruz. Bu çatışmaların sonucunda İskenderiye’den göç etmek zorunda kalan Yahudilerin ardından filmin sonunda da Hypatia’nın Hıristiyanlar tarafından öldürülüşünü görüyoruz.

YANİ DİN ADI ALTINDA İNSAN EGOSU, İDARE ETME VE ERK SAHİBİ OLMA İSTEĞİ İLE ŞİDDET ARZUSU TEPİŞİYOR… BİLİM VE KADIN ÖLDÜRÜLÜYOR…

Agora filmi, her ne kadar tarihi, sinema diline ve endüstrisine göre yorumlamışsa da, filmde gösterilen bilime ve akla yönelik saldırılar, belki o tarihte o mekânda, o şekilde olmamıştır, ama bu, Orta Çağ ve hatta bugün bilim insanlarının yaşadıklarının da gerçek olmadığı anlamına gelmez.

Filmin kütüphane yok edilme sahnesi tarihte tartışmalı olsa da… Bu sahnede gösterilen davranışlar, bütün Orta Çağ boyunca hüküm süren davranışlardı. O yüzyıllarda sayısız kitap yakıldı, sayısız bilim insanı, dine karşı geldiği için cezalandırıldı ve hatta bugün bile bunlar yaşanıyor…
Bence bu sahne bütün bu davranışların altındaki zihniyeti açıkça ortaya koyuyor…

Filmin tam burasında çok önemli bir görsel anlatım var…
Amenábar, öfkeli Hıristiyanların kitap rulolarını fırlatıp atışlarını, kitap raflarını devirişlerini gösterdikten sonra, kamerayı baş aşağı çeviriyor ve bir süre Hıristiyanları bu şekilde gösteriyor. Baş aşağı gelen insanlık! İnsanlık Orta Çağ boyunca baş aşağı yaşıyor. Bilime ve akla olan saygısını kaybediyor, dogmaların yaptırımları altında eziliyor… Sonrasında da yukarıdan yapılan çekimde alanda koşuşturan insanlar adeta birer böcek gibi görünüyor… Ağır değil mi?
Şimdi soru şu bugün değişen nedir?

Mesele DİN değildir elbette…

Tevrat’ta da, İncil’de de, Kur’an’da da “öldürmeyeceksin!” denmiyor mu? O zaman insanların dini kullanarak yaptıkları katliam neden dine yıkılıyor? Dinler olmasa idi kavga olmayacak mıydı, insanlar huzurla mı yaşayacaktı? Hayır, dinlerin olmadığı zamanlarda da kavgalar vardı. İnsan her daim güç peşinde olduğu için bu beraberinde hep kavgayı getirmiştir.

Dinler ortaya çıktıktan sonra ile ortaya çıkmadan önceki kavgalar arasındaki tek fark insanın “öteki”yi ezerken bu kavgaya dini de alet etmesi… Sözde Din âlimleri, tarikat liderleri, kısaca kendi görüşlerini karşı tarafa dayatmaktan haz duyan merciiler, etraflarındaki insanların bilgilenmesini, öğrenmesini, araştırmasını, aydınlanmasını istemezler. Çünkü o insanlar, yalnızca kendilerinin verdiklerini almak zorundadırlar. Aksi takdirde farklı bilgiyi öğrenmeleri durumunda, araştırmaya ve hangisinin doğru olduğunu öğrenmeye çalışacaklardır. Bu da kendilerinin sarsılmaz liderliklerine darbe vuracaktır.

Dogmatik bakış açısı ve hoşgörüsüzlük insanın yakasını bırakmayan en büyük illettir.

Agora; bir bireyin, sadece bir insan olarak, bir dine mensup olmadan var olmasının neden imkânsızlaştırıldığını irdeleyen filmdir. Sürü gibi kitle psikolojisiyle din uğruna, siyaset uğruna birilerinin çıkarı uğruna oyunlara gelmenin nasıl bir şey olduğunu anlatır…
Ayrımsız her türlü baskı ve diretme insanlığın gelişimini etkiler…
Dünyanın hikâyesi bir açık hava tımarhanesinin hikâyesidir kanımca…

İzleyin AGORA’yı kendi gibi inanmayanları katletmeyle geçen insanlık tarihinden bir örnek; “ben felsefeye inanırım” diyen bir kadını cadılıkla suçlayan bir din, “İsa çarmıhta affetmişti, biz neden affetmiyoruz” sorusuna “sen kendini tanrı ile bir mi tutuyorsun” diye karşı çıkan iman sahipleri…

İster Pagan olun, ister Yahudi, Hıristiyan, ister Müslüman… Eğer bir başka düşünceye geçit vermiyorsanız bu Dünya’ya zarar veriyorsunuzdur…

Bu filmden en çok aklımda kalan sahne Dünyanın uzaydan gösterildiği sahnedir. Kamera uzayda soldan sağa doğru çevrilirken sahneye dünya girer ve onunla birlikte o bitmeyen zulüm ve acıdan kaynaklanan inlemeler çığlıklar ve ağlama sesleri. Ama kamera hareketine devam ederken Dünya kadrajdan çıkar ve uzayın sessizliğine döner. O inlemeler ve ağlamalar kesilir. Burada artık hiçbir şey yoktur. Karanlıktır ama huzurludur…
İçinde fanatizm bulunan her düşünce yıkıma, katliama yol açar.
Sorgulamayı ihanet olarak gören kitleler eninde sonunda ellerine kan bulaştırır ve bunu yaparken öyle bir kendilerinden geçerler ki cinayet işlerken gözlerini dahi kırpmazlar. İnsanlık 4’üncü yüzyılda hangi dogmalarla cebelleşmişse, günümüzde de aynı dogmaların sebep olduğu tehditlerle yaşamaya çalışmakta.

Farklı insanlar, farklı kıtalarda sırf “benim inancım daha üstün, sen de buna itaat etmek zorundasın” diyen organizmalar yüzünden can güvenliği endişesiyle berbat ya da düşük kalitede yaşamlar sürüyor. Aynı ilk çağlarda olduğu gibi farklı olana tahammülsüzlük hiç azalmadan devam ediyor sözde modern çağımızda. İnsan doğasından mı yoksa korkaklığından mı bilinmez değişime karşı olanlar genelde kazananlar oluyor…

Hypatia’ın sözüyle bitiriyorum yazıyı…

BEN FELSEFEYE İNANIRIM…

Emine AKI
Latest posts by Emine AKI (see all)