1 Mayıs’ta anlatılan senin, benim hikayemizdir

Sizi bilmem ama, ben çocukluğumdan beri mevsimlerden baharı, aylardan da en çok Mayıs ayını sevmişimdir.
Çocukken hep, Mart ayında tabiatın, uyku mahmuru olduğunu düşünürdüm.
Hani nasıl uyku uyanık haldeyken insanın sağı solu belli olmaz, ağzından çıkanı kulağı duymaz ya, işte Mart ayı tam da öyleydi. Zira bir sıcak, bir soğuk yapar, bir günü diğerini tutmazdı!
Sonra Nisan ayında uyanırdı doğa.
Nisan ayı, çocukken benim gözümde, gerine gerine esneyerek yatağından kalkıp, duş alarak, güne hazırlık yapan bir insan gibiydi. Sanki güleryüzlü bir hazırlık içindeydi.
Ama Mayıs ayı her ikisinden de farklıydı.
Çünkü Nisanda ayağa kalkan doğa, Mayısta adeta dans ediyordu. Çiçekler, böcekler en güzel hareketlerini sergiliyorlardı. Zaten bütün bunları ötüşen kuşlardan, uçuşan kelebeklerden, rengarenk çiçeklerden görmemek mümkün müydü?
Sonra büyüyüp 12, 13 yaşlarına gelip de genç statüsü kazanınca, yine durum değişmedi. En favori ayım Mayıs’tı..
Sevmek için nedenlerim çoğalmıştı çünkü. İki bayram vardı Mayıs’ta:
Biri Atatürk’ün gençlere armağan ettiği; 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’ydı. Gençtim, 19 Mayıs’larda hep coşku ve gurur duyuyor, sorumluluk hissediyordum.

Bir diğer bayram ise 1 Mayıs İşçi Bayramı’ydı. Onun da içinde ‘işçi’ ve ‘bayram’ sözleri geçtiği için severdim ve saygı duyardım. Ancak neden böyle bir bayram olduğunu çok da anlamazdım ve bunun hakkında pek de düşünmezdim. Ne ‘burjuvazi- proletarya’ ilişkisindeki uzlaşmaz sınıf karşıtlığı, ne ‘emek- sermaye’ çelişkisinden, ne de ‘artık değer’ hırsızlığı hakkında hiç bir fikrim yoktu.
Üstelik bir de o zamanlar, işçilerin sadece fabrikalarda kol gücüyle çalışan insanlarla sınırlı olduğunu sanırdım. Oysa işçinin tanımı ve kapsamı oldukça genişti.
Tüm bunları öğrenmem için, okumam, düşünmem ve bir kaç yıl daha büyümem gerekti.
Sonra bir de baktım ki, çevremde öyle çok işçi var ki!
Çünkü bir meslek sahibi olmak, insanı işçi sınıfından ayıran bir durum değildi. İnsanların farklı mesleklere sahip olmaları, işçi olmalarına engel olmuyordu. Örneğin, özel okulda çalışan öğretmen, eğer okulun sahibi değilse işçi öğretmendi. Aynı şekilde bir klinikte para karşılığı çalışan doktor da işçiydi, emekçiydi.
Bu şekilde sayısız örnek vermek de mümkündü…
Zaten Türk Dil Kurumunun sözlüğünde de işçi sözcüğünün anlamına bakıldığında, “Başkasının yararına bedeni, kafa gücünü el becerisini kullanarak ücretli çalışan kimse” diye yazıyordu.
İş kanununda da çalışanların bedeni veya düşünce grubunda olması gibi de bir ayrım yoktu. Yani işçi demek, ücret karşılında, emeğini arz eden kişi demekti.

Sonra özel bir radyoda metin yazarlığı ve program yapımcılığı yapmaya başladım.
Ben de ücret karşılığında emeğimi arz ediyordum. Ben de artık işçiydim.
Ve 1 Mayıs artık benim de bayramımdı.

Sizi bilmem ama ben tıpkı çocukluğumda olduğu gibi, şimdi de aylardan en çok Mayıs ayını severim.

İki nedenden ötürü:
Bunlardan biri yine 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramıdır.
Bence o gün, biz yetişkinlerin de, çocuklarımıza gençlerimize nasıl bir gelecek bırakıyoruz diye düşünerek, nelerde hata yaptığımızı sorgulamamız gereken bir gün.

Hala en çok Mayıs ayını sevmemi sağlayan bir diğer neden ise elbette 1 Mayıs İşçi Bayramıdır.
Yani dünya çapında işçilerin birlik ve beraberlik içinde kutladıkları, haksızlıklara karşı tek ses oldukları, dayanışma günü!
İşçilerin yüzyıllar boyunca emeklerine sahip çıkmak, çalışma koşullarını iyileştirip, insanın hak ettiği şekilde, yani insan onuruna yaraşır bir şekilde, yaşaması için, seslerini birleştirdikleri gündür.

Bu arada 1 Mayıs İşçi Bayramı için de oturup düşünmemiz gerekir.

Çünkü; 1 Mayıs’ta belki de asıl anlatılan, senin, benim, bizim hikayemizdir!